74.
Adem-i kabul, kabul-i ademle iltibas olunur. Adem-i
kabul: Adem-i delil-i sübut, onun delilidir. kabul-i
adem, delil-i adem ister. Biri şek, biri inkârdır.
75.
İmanî meselelerde şüphe, bir delili, hatta yüz delili
atsa da, medlûle iras-ı zarar edemez. Çünkü binler
delil var.
76.
sevad-ı azama ittiba edilmeli. ekseriyete ve sevad-ı
azama dayandığı zaman, lâkayt emevîlik, en nihayet
ehl-i sünnet Cemaatine girdi. Adetçe ekalliyette ka-
lan salâbetli Alevîlik, en nihayet az bir kısmı rafızîli-
ğe dayandı.
77.
Hakta ittifak, ehakta ihtilâf olduğundan, bazen hak,
ehaktan ehaktır; hasen, ahsenden ahsendir. Herkes
kendi mesleğine “hüve hakkun” demeli, “hüvelhak-
ku” dememeli. Veyahut “hüve hasen” demeli, “hü-
velhasen” dememeli.
78.
Cennet olmazsa, Cehennem tazip etmez.
79.
zaman ihtiyarlandıkça, kur’ân gençleşiyor, rumuzu
tavazzuh ediyor. nur, nâr göründüğü gibi, bazen şid-
det-i belâgat dahi mübalâğa görünür.
80.
Hararetteki meratip, bürudetin tahallülüyledir. Hü-
sündeki derecat, kubhun tedahülüyledir. kudret-i
ezeliye zatiyedir, lâzımedir, zaruriyedir; acz tahallül
edemez, meratip olamaz, her şey ona nispeten mü-
savidir.
81.
Şemsin feyz-i tecellisi olan timsali, denizin sathında
ve denizin katresinde aynı hüviyeti gösteriyor.
ittiba:
tâbi olma, uyma.
ittifak:
birleşme, birlik.
kabul-i adem:
yokluğu kabul et-
me.
katre:
damla.
kubuh:
çirkinlik.
kudret-i ezeliye:
varlığının başı-
sonu olmayan, ezelden ebede
kadar var olan sonsuz İlâhî kud-
ret, kuvvet.
lâkayt:
kayıtsız, ilgisiz.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
medlûl:
delil olarak gösterilen.
meratip:
mertebeler, dereceler.
mesele:
konu.
mübalâğa:
aşırı büyütme, abart-
ma, abartı.
müsavi:
eşit, denk.
nâr:
ateş.
nihayet:
son, en sonunda.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak.
nur:
aydınlık.
Rafızî:
Ehl-i Sünnete aykırı akide
veya fikir sahibi olan kimse.
rumuz:
işaretler.
salâbet:
sağlamlık.
sathında:
yüzünde, yüzeyinde.
sevad-ı azam:
insanların çoğun-
luğu.
şek:
şüphe, zan, tereddüt.
şems:
güneş.
şiddet-i belâgat:
belâgatin kuv-
vetliliği, fazlalığı.
şüphe:
kuşku,
tahallül:
araya girme, müdahale
etme.
tavazzuh:
açıklanma, aydınlan-
ma.
tazip:
azap etmek.
tedahül:
iç içe olma, birbiri içine
girme.
timsal:
suret, şekil.
zarurî:
zorunlu.
zatiye:
zat ile alâkalı, zatın kendi-
sinden olan, özel.
acz:
güçsüzlük.
adem-i delil-i sübut:
ispatla-
yıcı belgenin olmayışı; delil-
sizlik.
adem-i kabul:
kabul etme-
me.
ahsen:
en güzel.
bürudet:
soğukluk.
delil:
kılavuz, doğru yolu gös-
teren, rehber; şahit, belge, ta-
nık.
delil-i adem:
yokluğun delili.
derecat:
dereceler, kademe-
ler.
ehak:
daha haklı, pek haklı.
ehl-i sünnet ve cemaat:
Hz.
Peygamber ile Ashab-ı Kira-
mın, dinin temel konularında
takip ettikleri yolu benimse-
yenler, iş ve muamelelerde
Hz. Peygamber ve Sahabîleri-
ne uyanlar.
ekalliyet:
azınlık.
ekseriyet:
çoğunluk.
feyz-i tecelli:
tecelliden do-
ğan bereket, ilim, irfan, kud-
ret.
hak:
doğru, gerçek.
hararet:
sıcaklık.
hasen:
güzel.
hüsün:
güzellik.
hüve hakkun:
o gerçek, o
haktır.
hüve hasen:
o güzeldir.
hüvelhakku:
sadece o ger-
çektir, o haktır.
hüvelhasen:
sadece güzel
olan odur.
hüviyet:
mahiyet, özellik.
ihtilâf:
fikir ayrılığı, ayrılık, ay-
kırılık.
iltibas:
karıştırma.
imanî:
imanla ilgili, imana ait.
inkâr:
reddetme, tanımama.
iras-ı zarar:
zarar verme.
Mektubat | 805 |
H
akikaT
ç
ekirdekleri