r
ân
?n
ér
?n
L
yani,
“Yâ Rab! Benim yıldızımı nur eyle. Ahirza-
mana kadar bedî bir surette ışıklandır, şulelendir...”
evet, İmam-ı Ali’nin radıyallahü Anhın şu duası bu za-
manda risale-i nur ile kabul olduğunu ve risale-i nur’u
irade ettiğini şu bedî, acip tevafukat ispat eder. Şöyle ki:
Gk
Qƒo
f p
ºr
°Sp
’r
Ép
H »/
Ñn
cr
ƒn
c r
óp
bn
G
tam tamına aynen cifir ve ebcet
hesabıyla risale-i nur oluyor. Çünkü
nur
kelimesi her iki-
sinde de var.
p
ºr
°Sp
’r
Ép
H »/
Ñn
cr
ƒn
c r
óp
bn
G
İki yüz doksan altı eder. ri-
sale-i nur’daki “risale” kelimesi aynen iki yüz doksan al-
tıdır. demek İmam-ı Ali radıyallahü Anh bütün ulûmu-
nun hazinesi olan kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın bir şule-i i’ca-
zı olan risale-i nur’u Cenab-ı Hak’tan ahirzamanda
kur’ân’a çelik bir sur ve parlak bir yıldız olarak istemiş
(HaşİYe)
ve duası kabul olmuş.
Lem’aLar | 587 |
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
’
a
muttasıl:
bitişik, yapışık.
mütalâa:
okuma, inceleme, dü-
şünme.
nâr:
ateş.
nur:
parıltı, ışık.
rab:
besleyen, büyüten, terbiye
eden ve her şeyin sahibi olan Al-
lah.
rahîm:
merhametli, acıyan, esir-
geyen, merhameti her şeye olan
Allah.
raûf:
çok esirgeyen, ileri derecede
şefkat ve merhamet sahibi Allah.
re’fet:
merhamet, acıma.
suret:
biçim.
şefkat:
acıma, merhamet etme.
şule:
alev.
şule-i i’caz:
mu’cize derecesindeki
parıltı, ışık.
tecelli:
görülme, belirme.
tenevvür:
parlama, nurlanma.
tesir:
etki.
tevafukat:
tevafuklar, uygunluk-
lar.
ulûm hazinesi:
ilimler hazinesi.
zahir:
açık, görünen.
zındıka:
dinsizlik.
HaşİYe:
r
än
Qs
ƒn
æn
J G v
ôp
°S p
êr
ô t
°ùdG o
êGn
ôp
°S o
OÉn
?o
J
’den sonra muttasıl olarak gelen şu
satır
r
än
óp
ªr
No
G o
QÉs
ædG p
¬p
H m
äƒo
c r
ôn
H ¢p
Sht
óo
?p
H @ m
ïn
£r
fn
ô°n
Tn
h m
ñp
PÉn
H m
?n
Ón
L p
Qƒo
æp
H
yine risa-
le-i nur’a pek zahir bir surette bakar. Çünkü manası şudur:
risale-i nur, ahirzamanda perde altında gizlice tenevvür edip, nurlu
isim
m
äƒo
c r
ôn
H ¢p
Sht
óo
?p
H m
ïn
£r
fn
ô°n
T
yani
Raûf
ve
Rahîm
’den ve İsm-i Azamın tesi-
ri altında
Celâl
ve
Kibriya
’nın azametli nurundan iktibas ederek dalâlet ve
ilhad ateşini söndürecek.
evet, bu mana
Risale-i Nur’
a tam tamına mutabıktır. Çünkü
Risale-i
Nur’
u mütalâa edenler bilirler ki, onun iki menbaı var:
Biri
İsm-i Azamın
kibriyalı ve azametli cilvesi,
diğeri
ism-i
Rahîm’
in şefkatli ve re’fetli te-
cellisidir. Ve onun nuruyla fitne-i diniye nârı ve zındıka ateşi sönüyor ve
sönecek.
acip:
şaşılan ve hayret uyan-
dıran şey.
ahirzaman:
dünyanın son za-
manı ve son devresi.
azamet:
büyüklük.
bedî’:
eşsiz güzel.
Celâl:
sonsuz büyüklük, yüce-
lik, azamet, her şeye hükme-
debilme.
Cenab-ı Hak:
Allah.
cifir:
harflere verilen sayı kıy-
meti ile ibarelerden tarih veya
isme dair işaretler çıkarmak
ilmi.
cilve:
görünme, yansıma.
dalâlet:
sapkınlık, iman ve İs-
lâmiyetten ayrılma.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ebcet:
Arab alfabesinde yirmi
sekiz harfe değer vererek tarih
ve hâdiseleri kaydetme ilmi.
fitne-i diniye:
dine gelen fitne,
insanın dini duygularını ve ha-
yatını bozan gelişmeler, karış-
tıran durumlar.
haşiye:
dipnot.
iktibas:
alıntı.
ilhad:
dinden çıkma, dinsizlik.
irade:
dileme.
İsm-i azam:
Allah’ın en büyük
ismi.
ism-i rahîm:
Allah’ın Rahîm
ismi.
ispat:
sağlam ve dayanıklı
hâle getirme.
kibriya:
Allah’ın her bakımdan
büyük olması.
Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerini
yapmaktan âciz bırakan
Kur’ân-ı Kerîm.
mana:
anlam.
menba:
kaynak.
mutabık:
uygun, iki şeyin bir-
birine uyması.