Lem'alar - page 590

bildim. ondan sonra okumaya başladım. ondan sonra,
belki kırk defadan fazla ele aldıkça, yine o sahife açılıyor-
du. nihayet arkadaşlarıma hikâye ettim. onlar da hayret
içinde hayrette kaldılar. dedim: “Bu,
Celcelûtiye
’nin bir
kerametidir. sizleri değil, başkalarını ikna edecek maddî
delil elimde yok, yalnız benim müşahedatım var. Benim
müşahedatım başkasına hüccet olamaz. Ben de şimdiye
kadar delilsiz davaları yazmak âdetim değildi. Fakat ma-
dem şu tevafuk aciptir; elbette işarettir ki, ‘Beni yaz!’
İnanmayana kendini inandıracak ki, yazdırmak istiyor.”
Cenab-ı Hakka yüz bin şükrediyorum ki, bana hem bü-
yük bir teselli, hem davama büyük bir delil gösterdi. Ve
tevafukun beş altı nev’i bize ve mesleğimize medar-ı im-
tiyaz ve vesile-i teşvik olarak verilmiş. Ve her me’yusiyet
ve gevşeklik zamanımızda bir kamçı-i teşvik ve bir kera-
met-i hizmet-i kur’âniyeye medar bir tevafuk-ı lâtife im-
dadımıza yetiştiği gibi, bu defa da yetişti. evet, kalben ga-
yet alâkadar olduğum kardeşlerimin müfarakat zamanı-
nın pek yakın olduğu bir zamanda ve hapiste yalnız kala-
cağım bir anda ve üç ayda yetmiş defa acip bir tarzda ba-
na açılan bir sahifenin kerametini dava ettiğim ve delilsiz
kaldığım bir hengâmda Hz. Ali’nin (
rA
)
Celcelûtiye
kasi-
desinin yetmiş defa bilâistisna bana açılan
(1)
o
? o
Q r
ón
b s
?n
L …/
òs
dG p
ºr
°Sp
’r
G n
? p
eÉn
MÉn
«n
a
’den başlayan üç-dört sa-
tırda üç-dört kuvvetli emare ve delil vardır ki,
(2)
p
ºr
°Sp
’r
G n
? p
eÉn
MÉn
«n
a
hitab-ı umumîsinde bize hususî bakıyor.
acip:
şaşılan ve hayret uyandıran,
garip.
âdet:
usul, alışkanlık.
alâkadar:
ilgili, münasebetli.
bilâistisna:
istisnasız.
Celcelûtiye:
ebcet cifir hesabıyla
alâkalı Hz. Ali tarafından telif edi-
len Süryanîce bir kaside.
Cenab-ı Hak:
Allah.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
delil:
bir meseleyi ispata yarayan
şey, bürhan.
emare:
alâmet, belirti.
gayet:
son derece.
hayret:
şaşkınlık.
hengâm:
zaman, sıra.
hikâye:
anlatma.
hitab-ı umumî:
genel, herkese hi-
tap.
hususî:
özel.
hüccet:
delil, bürhan.
ikna:
bir fikri, düşünceyi kabul et-
tirme, inandırma.
imdat:
yardım.
işaret:
dolaylı gösterme, alâ-
met.
kalben:
kalb ile, gönülden.
kamçı-i teşvik:
teşvik kam-
çısı.
kaside:
belli bir amaçla yazıl-
mış şiir ve bu şiirin nazım şekli.
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü hâl-
ler.
keramet-i hizmet-i Kur’â-
niye
: Kur’ân hizmetinin kera-
meti.
maddî:
somut.
medar:
sebep, vesile.
medar-ı imtiyaz:
farklı ve üs-
tün olma sebebi.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
müfarakat:
ayrılık.
müşahedat:
gözlemler.
nevi:
tür, çeşit.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahi-
bini tanıma ve ona karşı min-
net duyma.
tarz:
biçim, suret.
teselli:
avunma.
tevafuk:
uygunluk.
tevafuk-ı lâtife:
güzel müna-
sebet, uyumluluk.
vesile-i teşvik:
istek uyan-
dırma sebebi, vesilesi.
1.
Ey ismiyle müsemma kadri yüce zat!
2.
Ey ismiyle müsemma olan.
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
a
| 590 | Lem’aLar
1...,580,581,582,583,584,585,586,587,588,589 591,592,593,594,595,596,597,598,599,600,...1406
Powered by FlippingBook