İkinci sebep,
hırs ve tamâ; zaaf-ı fakr noktasında, te-
veccüh-i nâsı celbine medar riyâkârâne vaziyet almaya
sevk ediyor.
Risale-i Nur
’un şakirtleri, iktisat ve kanaat ve tevekkül
ve kısmetine rıza gibi,
Risale-i Nur
’un dersinden aldıkla-
rı izzet-i imaniye, inşaallah onları riyadan ve dünya men-
faatleri için hodfüruşluktan meneder.
Üçüncü sebep,
hırs-ı şöhret, hubb-i cah, makam sahi-
bi olmak, emsaline tefevvuk etmek gibi hisler ve insanla-
ra iyi görünmek, tasannukârâne (haddinden fazla kendi-
ne ehemmiyet verdirmek) ve tekellüfkârâne (lâyık olma-
dığı yüksek makamlarda görünmek) tarzını takınmak ile
riya eder.
risale-i nur Şakirtleri,
ene
’yi,
nahnü
’ye tebdil ettikle-
ri, yani enaniyeti bırakıp,
Risale-i Nur
dairesinin şahs-ı
manevîsinin hesabına çalışması, “Ben” yerine, “Biz” de-
meleri; ve ehl-i tarikatin “fenâfi’ş-şeyh,” “fenâfi’r-resul”
ve “nefs-i emmareyi öldürmek” gibi riyâdan kurtaran vâ-
sıtaların bu zamanda birisi de “fenâfi’l-ihvan;” yani şah-
siyetini kardeşlerinin şahs-ı maneviyesi içinde eritip öyle
davrandığı için, inşaallah, ehl-i hakikatin riyadan kurtul-
maları gibi, bu sır ile onlar da kurtulurlar.
•
Üçüncü Nokta:
Vazife-i diniye itibarıyla nâsa hüsn-i
kabul ettirmek, o makamın iktiza ettiği yüksek tavırlar ve
vaziyetler, hodfüruşluk ve riya sayılmaz ve sayılmamalı.
Meğer o adam, o vazifeyi, kendi enaniyetine tâbi edip is-
timal ede.
K
astamonu
L
âhiKası
| 261 |
manasında kullanılan bir dua.
istimâl:
kullanma.
izzet-i imaniye:
imanın gerektir-
diği vak’ar, haysiyet, şeref ve
ağırbaşlılık.
kanaat:
hırs göstermeden kısme-
tine razı olmak, elindeki ile yetin-
mek.
kısmet:
nasip.
makam:
büyük memuriyet, mev-
ki.
medar:
sebep, vesile.
men:
yasak etme, engelleme,
mâni olma.
menfaat:
fayda.
nahnü:
biz.
nâs:
insanlar.
nefs-i emmare:
insana kötü ve
günah işlerin yapılmasını emre-
den nefis.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
riya:
iki yüzlülük, yalandan gös-
teriş, samimiyetsizlik.
riyakârane:
riyakarca, iki yüzlü-
lükle.
sevk:
yöneltme.
sır:
gizli hakikat.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cemaat-
teb meydana gelen manevî şahıs.
şahs-ı maneviye:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cemaat-
teb meydana gelen manevî şahıs.
şahsiyet:
kişilik.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden.
tama:
hırs, aç gözlülük.
tasannukârane:
yapmacık hare-
ketlerde bulunarak, gösteriş için.
tebdil:
değiştirme, dönüştürme.
tefevvuk:
üstün olma, üstünlük.
tekellüfkârâne:
yapmacıkla, gös-
teriş yaparak.
teveccüh-i nas:
insanların ilgisi,
insanların insana vermiş oldukları
değer.
tevekkül:
bir işi gerçekleşmesi
için gereken çalışmayı ve çabayı
gösterip sebeplere başvurduktan
sonra işi Allah’a bırakma.
vasıta:
aracı.
vazife:
görev.
vazife-i diniye:
dinî vazife, dinle
ilgili görev.
vaziyet:
durum.
zaaf-ı fakr:
fakir ve muhtaç olma
durumu.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
ehl-i hakikat:
hakikati arzu-
layanlar, gerçeği bulup onun
peşinden gidenler; Allah ada-
mı.
ehl-i tarikat:
tarikat ehli, kal-
bini dünyanın fani işlerinden
ayırıp, Allah sevgisi ile bağla-
yan kimseler.
emsal:
eşler, benzerler.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
ene:
ben, benlik.
fenâfilihvan:
tefanî, kardeş-
lerin birbirlerinde fânî olması,
yok olması.
fenâfirresul:
varlığını Hz. Mu-
hammed’in (asm) manevî
şahsiyetinde yok etme.
fenâfişşeyh:
bütün varlığını
şeyhinin manevî şahsiyetinde
yok etme.
hırs:
açgözlülük, kanaatsizlik.
hırs-ı şöhret:
şöhret kazan-
ma hırsı.
hodfüruş:
kendini beğendir-
meye çalışan, övünen.
hubb-i cah:
makam sevgisi,
rütbe ve mevki sevgisi ve
bunlara karşı gösterilen aşırı
hırs.
hüsn-i kabul:
iyi karşılamak,
güzellikle kabul etmek, be-
nimsemek.
iktisat:
tutum, lüzumundan
fazla veya eksik harcamalar-
dan kaçınma.
iktiza:
lazım gelme, gerekme.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’