etmek bana gayet elîm geliyor. Bütün dünya benim ol-
sa, bir tek hakaik-ı imaniyenin vücut bulmasına bilâte-
reddüt vermesine nefsim itaat ediyor.
r
øp
e n
âr
dn
õr
fn
G BÉ` n
ªp
H És
æ`n
e'
Gn
h m
?ƒo
°Sn
Q r
øp
e n
âr
?°n
Sr
Qn
G BÉ`n
ªp
H És
æn
e'
Gn
h
(1)
Én
ær
bs
ó°n
Un
h m
ÜÉn
à`p
c
dediğim vakit, nihayetsiz bir kuvvet-i iman hissediyorum.
Hakaik-ı imaniyenin her birisinin aksini aklen muhal te-
lâkki ediyorum. ehl-i dalâleti nihayetsiz ebleh ve divane
görüyorum.
senin valideynine pek çok selâm ve arz-ı hürmet ede-
rim. onlar da bana dua etsinler. sen benim kardeşim ol-
duğun için, onlar da benim peder ve validem hükmün-
dedirler. Hem köyünüze, hususan senden sözleri işiten-
lere umumen selâm ediyorum.
(2)
?/
bÉn
Ñr
dG n
ƒo
g ?/
bÉn
Ñr
dn
G
Sa i d Nu r s î
®
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 239 |
d
okuzunCu
m
ekTup
hakaik-ı imaniye:
iman hakikat-
leri.
hakikat:
gerçek, bir şeyin aslı esa-
sı.
hakikat-i imaniye:
imana ait ha-
kikat, iman hakikati.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
iltizam:
kendisi için gerekli görme,
taraftarlık.
iman:
inanmak, inanç, itikat.
inanç:
iman etme.
islâm:
Hz. Muhammed’in (a.s.m.)
kendisine gelen vahiy ile tebliğ
buyurduğu din.
itaat:
boyun eğme, uyma.
iz’an:
feraset, anlayış.
kesretli:
çokluğu olan, çoklukla.
kuvvet-i iman:
iman kuvveti.
muhal:
imkânsız.
nefis:
kişinin kendisi.
nihayetsiz:
sonsuz.
peder:
baba.
peygamber:
Allah’ın elçisi.
selâm:
selâmet, esenlik.
silsile-i mevcudat:
yaratılmışlar
silsilesi, varlıkların zincirleme bağ-
lantısı.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
tarafgirlik:
taraftarlık.
telâkki etme:
anlama, kabul et-
me.
umumen:
herkese.
vakit:
zaman
valide:
anne.
valideyn:
anne-baba.
vücut bulma:
var olma.
zerrat:
zerreler.
aklen:
akıl yolu ile, mantıkça.
aksi:
ters, zıt.
arz-ı hürmet:
hürmet etme,
saygı gösterme.
Bâkî:
sürekli ve kalıcı olan, bü-
tün varlıklar yok olurken yok
olmayan ve bütün varlıklar,
yok olduktan sonra da zatıyla
var olacak olan Allah.
bilâtereddüt:
tereddütsüz, iki-
lemde kalmaksızın.
bürhan:
delil, kanıt, şahit.
divane:
deli.
ebleh:
ahmak, aptal.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli, doğ-
ru ve hak yol olan İslâmdan
uzaklaşan azgın ve sapkın
kimseler.
elîm:
acı verici.
evrad-ı Şah-ı nakşibendî:
bü-
yük İslâm mutasavvıfı Şah-ı
Nakşibendî’nin okuduğu virt-
ler, dualar.
farz etmek:
var saymak, öyle
kabul etmek.
feda etmek:
gözden çıkarma.
gayet:
son derece.
1.
Gönderdiğin her peygambere iman ettik, indirdiğin her kitaba inandık ve hepsini doğrula-
dık. (Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Mecmuatü’l-Ahzab, Evrad-ı Nakşibendî, 1:8.)
2.
Bâkî olan yalnız Allah’tır.