ayeti tasvir ettiği gibi, bir zulümat, bir vahşet, bir dehşet
karanlığı içinde bana görünüyordu. Birden, bir ism-i İlâ-
hînin cilvesi bir nur-i azîm gibi görünüp ışıklandırıyordu.
Hangi perde akla karşı açılmışsa, hayale karşı başka bir
âlem fakat gafletle, karanlıklı bir âlem görünüyorken, gü-
neş gibi bir ism-i İlâhî tecelli eder, baştan başa o âlemi
tenvir eder. Ve hakeza, bu seyr-i kalbî ve seyahat-i haya-
liye çok devam etti. ezcümle:
Hayvanat âlemini gördüğüm vakit, hadsiz ihtiyacat ve
şiddetli açlıklarıyla beraber zaaf ve aczleri, o âlemi bana
çok karanlıklı ve hazin gösterdi. Birden, rahman ismi
rezzak burcunda (yani manasında) bir şems-i tâbân gibi
tulû etti, o âlemi baştan başa rahmet ziyasıyla yaldızladı.
sonra, o âlem-i hayvanat içinde, etfal ve yavruların
zaaf ve acz ve ihtiyaç içinde çırpındıkları, hazin ve her-
kesi rikkate getirecek bir karanlık içinde diğer bir âlemi
gördüm. Birden, rahîm ismi şefkat burcunda tulû etti. o
kadar güzel ve şirin bir surette o âlemi ışıklandırdı ki,
şekva ve rikkat ve hüzünden gelen yaş damlalarını, ferah
ve sürura ve şükrün lezzetinden gelen damlalara çevirdi.
sonra sinema perdesi gibi bir perde daha açıldı; âlem-i
insanî bana göründü. o âlemi o kadar karanlıklı, o kadar
zulümatlı, dehşetli gördüm ki, dehşetimden feryat ettim,
“eyvah!” dedim. Çünkü, gördüm ki, insanlardaki ebede
uzanıp giden arzuları, emelleri ve kâinatı ihata eden
tasavvurat ve efkârları ve ebedî beka ve saadet-i ebedi-
yeyi ve cenneti gayet ciddî isteyen himmetleri ve
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 241 |
Y
irmi
d
okuzunCu
m
ekTup
isim.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
mana:
anlam.
nur:
parıltı, ışık.
nur
-i
azîm:
muazzam, büyük nur.
perde:
örtü.
rahîm:
rahmeti bir varlıkta tecelli
eden sonsuz şefkat ve merhamet
sahibi Allah.
rahman:
rahmeti bütün herkese
yayılan ve bütün yaratılmışların rı-
zıklarını ve geçim şekillerini içine
alan rahmetin sahibi Allah.
rahmet:
merhamet etme, şefkat
gösterme, iyilik etme.
rezzak:
bütün yaratılmışların rız-
kını veren ve ihtiyaçlarını karşıla-
yan Allah.
rikkat:
merhamet, acıma, şefkat.
saadet-i ebediye:
sonsuz mutlu-
luk.
seyahat-ı hayaliye:
hayali gezinti,
seyahat.
seyr-i kalbi:
kalben yapılan gezi,
kalbin duygularının gezip dolaş-
ması.
suret:
biçim, görünüş.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şefkat:
acıma duygusu, içten ve
karşılıksız merhamet.
şekva:
şikâyet.
şems-i taban:
ışıklı, parlak güneş.
şirin:
tatlı.
şükür:
minnettarlık ifade etme,
teşekkür.
tasavvurat:
tasavvurlar, düşünce-
ler.
tasvir etmek:
bir şeyi çeşitli ifade
tarzlarıyla anlatmak, canlandıra-
rak anlatmak.
tecelli:
ortaya çıkma, aydınlanma.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma.
tulû:
doğma.
vahşet:
vahşîlik, korku verici yal-
nızlık.
vakit:
zaman.
yaldız:
parlatma, süsleme.
zaaf:
zayıflık.
ziya:
ışık.
zulümat:
karanlıklar.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âlem:
dünya, bütün yaratıl-
mışlar, evren; varlık sınıfların-
dan her biri.
âlem-i hayvanat:
hayvanlar
âlemi, dünyası.
âlem-i insanî:
insana ait âlem,
insanlık dünyası.
amel:
fiil.
arzu:
istek.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
beka:
ebedîlik, devamlılık.
burç:
yörünge, kuşak, yıldız ve
gezegenlerin durakları.
ciddî:
gerçek, hakikat.
cilve:
tecelli, yansıma, görün-
me.
dehşet:
büyük korku hâli.
ebed:
sonu olmayan gelecek
zaman, sonsuz.
ebedî:
sonu olmayan, daimî.
efkâr:
düşünceler, fikirler.
emel:
ümit.
etfal:
tıfıllar, yavrular.(hayvan-
lar için olduğundan)
ezcümle:
bu cümleden olarak,
özetle.
ferah:
iç açıcı, sevinç.
feryat:
yardım istemek için
yüksek sesle bağırma, çağır-
ma.
gaflet:
gafillik, umursamazlık,
dalgın.
gayet:
son derece, çok.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
hayal:
zihinde tasarlanan gö-
rüntü, düşünce.
hayvanat:
hayvanlar.
hazin:
hüzün veren, acıklı.
himmet:
çalışma.
hüzün:
üzüntü.
ihata:
kuşatma.
ihtiyacat:
ihtiyaçlar.
ism-i ilâhî:
Cenab-ı Hakka ait