İşte, şu üç misal gibi, insanlar, insana verilen cihazat-ı
maneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal et-
se ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilâne davransa,
ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. eğer
hafiflerini dünya umuruna ve şiddetlilerini vezaif-i uhrevi-
yeye ve maneviyeye sarf etse, ahlâk-ı hamideye menşe,
hikmet ve hakikate muvafık olarak saadet-i dâreyne me-
dar olur.
İşte, tahmin ederim ki, nasihlerin nasihatleri şu zaman-
da tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız
insanlara derler: “Haset etme, hırs gösterme, adavet et-
me, inat etme, dünyayı sevme!” Yani, “Fıtratını değiştir”
gibi, zahiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar.
eğer deseler ki, “Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviri-
niz, mecralarını değiştiriniz”; hem nasihat tesir eder, hem
daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.
Rab i an
: Ulema-i İslâm ortasında
islâm
ve
iman'
ın
farkları çok medar-ı bahis olmuş. Bir kısmı “İkisi birdir,”
diğer kısmı “İkisi bir değil, fakat birbirsiz olmaz” demiş-
ler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyan etmişler.
Ben şöyle bir fark anladım ki:
islâmiyet iltizamdır;
iman iz’andır. Tabir-i diğerle, islâmiyet hakka tarafgirlik
ve teslim ve inkıyattır; iman ise, hakkı kabul ve tasdiktir.
eskide bazı dinsizleri gördüm ki, ahkâm-ı kur’âniyeye
şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. demek, o dinsiz, bir ci-
hette hakkın iltizamıyla İslâmiyete mazhardı;
dinsiz bir
Müslüman
denilirdi. sonra bazı mü’minleri gördüm ki,
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 237 |
d
okuzunCu
m
ekTup
inkılâp etme:
değişme, dönüşme.
islâm:
Hz. Muhammed’in (a.s.m.)
kendisine gelen vahiy ile tebliğ
buyurduğu din.
israfat:
israflar, savurganlıklar.
istimal:
kullanma.
lüzumsuz:
gereksiz
mâlâyutak:
güç yetirilmez, zor.
mecra:
gidiş yolu, kanal, yön.
medar:
sebep, vesile, kaynak.
medar-ı bahis:
söz konusu.
menşe:
esas, kök.
misal:
örnek.
muvafık:
uygun.
münafi:
zıt, ters.
nam:
ad.
nasih:
nasihat eden, öğüt veren.
nasihat:
öğüt.
nefis:
insanın kendisi, şehvet, ga-
zap, fazilet gibi şeylerin kaynağı
olan ve kötülüğe sevk eden kuv-
vet.
rabian:
dördüncü olarak.
saadet-i dâreyn:
iki cihan saadeti,
dünya ve ahiret mutluluğu.
sarf etmek:
harcamak.
sebat:
kararlı olma.
tesir:
etki.
tesirsiz:
etkisiz.
ulema-i islâm:
İslâm âlimleri.
umur:
işler.
umur-i zaile:
kaybolan geçici ve
fânî işler.
vezaif-i uhreviye ve maneviye:
ahirete ait manevî görevler.
zahiren:
görünüşte, dış görünüş
bakımından.
abesiyet:
faydasız ve boş ol-
ma, gayesiz.
adavet:
düşmanlık.
ahlâk-ı hamide:
beğenilen ve
övülen güzel ahlâk.
ahlâk-ı rezile:
kötü ahlâk.
âlî:
yüce, yüksek.
bâkî:
ebedî, devamlı, yok ol-
mayan.
cihazat-ı maneviye:
manevî
duygular ve hisler.
daire-i ihtiyarlarında:
yapıla-
bilecek ve tercih edilebilecek
sınırlar içinde.
ebedî:
sonsuz, daimî.
emr-i teklif:
birini bir şeyle
görev yükümlü kılma işi, birini
bir şeyle sorumlu tutan emir.
esasat-ı islâmiye:
İslâm esas-
ları, şartları.
fıtrat:
yaratılış, mizaç.
gafilâne:
sorumsuzca, körü
körüne, umursamaz bir şekil-
de.
hak:
doğru, gerçek.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğru, bir şe-
yin aslı ve esası.
hakikî:
gerçek, doğru.
haset etmek:
kıskanmak.
haslet:
yaratılışından gelen
huy ve karakter.
haslet-i rezile:
kötü ve pis
huy.
hırs:
aç gözlülük.
hidemat-ı uhreviye:
Ahiretle
ilgili hizmetler.
hikmet:
İlâhî gaye, her şeyin
belirli gayelere yönelik olarak,
manalı, faydalı ve tam yerli
yerinde olması.
iman:
inanmak, itikat.
inad-ı mecazî:
gereksiz, he-
defsiz ve faydasız inat.