Gençlik Rehberi'nden
İbretli Bir Hâdise
Bir zaman eskişehir hapishanesinin penceresinde
oturmuştum. karşısında bulunan lise mektebinin büyük
kızları onun avlusunda gülerek raks ederken, onları o
dünya cennetinde cehennem hûrileri hükmünde gör-
düm. Fakat, birden elli sene sonraki vaziyetleri bana gö-
ründü. onların gülmeleri, elîm ağlamaları suretini aldı.
ondan bu gelen hakikat inkişaf etti. Yani, elli sene son-
raki hallerini manevî ve hayalî bir sinema ile gördüm ki,
o gülen altmış kızdan ellisi, kabirde azap çekiyorlar; top-
rak olmuşlar. Ve on tanesi, yetmiş yaşında, çirkinleşmiş,
herkesin nazar-ı nefretini celbediyorlar. Ben de onlara
ağladım.
Fitne-i ahir zamanın mahiyeti bana göründü ki, o fit-
nenin en dehşetlisi ve cazibedarı, kadınların yüzsüz yü-
zünden çıkıyor. İhtiyarı selbedip, pervane gibi, sefahat
ateşine atıyor. Ve bir dakika hayat-ı dünyeviyeyi, sene-
lerle hayat-ı bâkiyeye tercih ettiriyor.
Ben, bir gün sokağa bakarken, o fitnenin tesirli bir nu-
munesini hissettim. gençlere çok acıdım. dedim: “Bu
bîçareler kendilerini bu mıknatıs gibi cezbedici fitnenin
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 245 |
g
ençlik
r
ehBeri
len yer, okul.
nümune:
örnek, misal, örnek ola-
rak gösterilen.
pervane:
fırıldak, fırıldak çarkı.
raks:
oynama, dans etme, sıçraya-
rak oynama, dans.
sefahet:
zevk, eğlence ve yasak
şeylere düşkünlük, sefihlik.
selbetme:
kapma, zorla alma, rı-
zasız alma.
suret:
şekil.
tercih:
bir şeyi diğerlerinden üstün
tutma, öne alma, seçme, daha çok
beğenme.
tesir:
etki.
vaziyet:
durum, hal.
azap:
büyük sıkıntı, şiddetli
acı.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
cazibedar:
çekici, cazibeli,
alımlı, cezp edici.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
cezp:
kendine doğru çekme,
çekilme.
dehşet:
büyük korku hâli,
korkma, ürkme.
elîm:
çok dert ve keder veren,
çok acı verici, acıklı.
fitne:
azdırma, baştan çıkar-
ma.
fitne-i ahirzaman:
ahirzaman
fitnesi.
Hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, hayalî olma-
yan, görülen, mevcut olan, bir
şeyin aslı ve esası.
hâl:
durum, vaziyet.
hayalî:
hayale ait, hayalle ilgili,
hayale mensup.
hayat-ı bakıye:
bâkî olan, bit-
meyen sonsuz hayat.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hûrî:
çok güzel kadın.
ibret:
bir olaydan, kötü bir du-
rumdan ders alma, ders çıkar-
ma.
ihtiyar:
seçme, tercih, irade.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma,
görülme, açığa çıkma, meyda-
na çıkma.
kabir:
ölüleri defnetmek için
kazılan çukur, mezar, sin, mer-
kad. büyük, ulu.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
hakikatı, iç yüzü, bir şeyi tayin
eden aslî unsur, neden ibaret
olduğu, nitelik.
mektep:
eğitim ve öğretim
kuruluşu, ilim ve irfan öğreni-