kırar. Fakat bacaklar gibi şer’an mahremlere de göster-
mesi caiz olmayan yerlerini açık saçık bırakmak, süflî
nefislere göre, gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebi-
yet verebilir. Çünkü mahremin siması mahremiyetten
haber verir ve namahreme benzemez. Fakat meselâ açık
bacak, mahremin gayri ile müsavidir. Mahremiyeti haber
verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvanî bir
nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak
mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir su-
kut-ı insaniyettir!
dördünCü HikMet
Malûmdur ki, kesret-i nesil, herkesçe matlûptur. Hiç-
bir millet ve hükümet yoktur ki, kesret-i tenasüle taraftar
olmasın. Hatta resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm
ferman etmiş:
(1)
n
ºn
eo
’r
G o
ºo
µ
p
H »/
gÉn
Ho
G
u
Êp
Én
a Gho
ôn
KÉn
µ
n
J Gƒo
ën
cÉn
æn
J
(ev kemâ kàl). Yani, “İzdivaç ediniz, çoğalınız. Ben kıya-
mette sizin kesretinizle iftihar edeceğim.”
Hâlbuki tesettürün ref’i, izdivacı teksir etmeyip çok
azaltıyor. Çünkü, en serseri ve asrî bir genç dahi refika-i
hayatını namuslu ister. kendi gibi asrî, yani açık saçık ol-
masını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhşa sülûk
eder.
kadın öyle değil; o derece kocasını inhisar altına
alamaz. Çünkü kadının –aile hayatında müdîr-i dahilî
olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve
her şeyine muhafaza memuru olduğundan– en esaslı
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 229 |
Y
irmi
d
ördünCü
l
em
’
a
ması.
kıyamet:
kâinatın yıkılıp son bul-
ması, bütün canlıların ölmesi ve
sonra
mahrem:
nikâh düşmeyen, evle-
nilmesi yasak olan.
mahremiyet:
mahremlik, nikâh
düşmeme özelliği, yasak olan.
malûm:
bilinen.
matlûp:
talep edilen, istenilen.
meselâ:
örneğin.
muhafaza:
koruma.
müdîr-i dahilî:
iç işleri idare eden,
dahilî müdür.
müsavi:
eşit, denk.
namahrem:
mahrem, yasak ol-
mayan, nikâh düşen, evlenmeleri
şer’an mümkün olan.
namuslu:
ahlâk kurallarına uygun
olarak davranan, değer taşıyan
özelliklere gereği gibi uyan.
nazar:
bakış.
nazar-ı heves:
his ve hevesle bak-
mak.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan, hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
refika-i hayat:
hayat arkadaşı, eş.
resul-i ekrem:
çok cömert, kerîm
olan peygamber, Hz. Muhammed
(a.s.m.).
sebebiyet:
sebep olma, gerektir-
me.
sima:
yüz, çehre.
sukut-ı insaniyet:
insanlığın yok
olması, alçalması.
süflî:
aşağılık, alçak.
şer’an:
dine göre, şeriat bakımın-
dan.
teksir etme:
çoğaltma, arttırma.
tesettürün ref’i:
örtünmenin orta-
dan kaldırılması.
alâmet-i farika:
farklılık belir-
tisi.
aleyhissalâtü vesselâm:
“Sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun,” anlamında Peygamberi-
mize dua. ferman: emir, buy-
ruk.
asrî:
modern, son çağda yaşa-
yan.
caiz olmayan:
dince izin veril-
meyen, yapılması sakınca
olan.
esas:
asıl, temel.
ev kemâ kàl:
veya söylediği
gibi.
evlât:
veletler, çocuklar.
fuhşa sülûk etme:
helâl daire-
sini terk edip haram yola gir-
me.
gayet:
son derece, çok.
gayri:
başkası, diğeri, yabancı.
haysiyetiyle:
“bakımından,
dolayı, sayılmak üzere” anla-
mında bir söz.
hayvanî:
hayvanca.
hikmet:
İlâhî gaye, fayda, yük-
sek bilgi, ince sır.
hükûmet:
devlet, yönetim.
iftihar etme:
övünme.
inhisar:
hasredilme, tahsis
olunma.
izdivaç:
evlilik, nikâh.
kesret:
çokluk.
kesret-i nesil:
neslin çokluğu,
neslin çoğalması.
kesret-i tenasül:
neslin çoğal-
1.
Aclûni, Keşfü’l-Hafa, 1:318; Münavi, Feyzü’l-Kadîr, 3:269, hadis no: 3366.