dokuz âlemlerin zerratını, birer tesbih taneleri olarak şa-
kirtlerinin ellerine verir, “evratlarınızı bununla okuyu-
nuz” der. İşte, kur’ân’ın tilmizlerinden Şah-ı geylânî,
rufaî, Şazelî (r.a.) gibi şakirtleri, virtlerini okudukları va-
kit dinle, bak! ellerinde silsile-i zerratı, katarat adetlerini,
mahlûkatın aded-i enfasını tutmuşlar, onunla evratlarını
okuyorlar, Cenab-ı Hakkı zikir ve tesbih ediyorlar.
İşte, kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın mu’cizâne terbiyesine
bak ki, nasıl edna bir kederle ve küçük bir gamla başı dö-
nüp sersemleşen ve küçük bir mikroba mağlûp olan bu
küçük insan, terbiye-i kur’ân ile ne kadar teâlî ediyor.
Ve ne derece letaifi inbisat eder ki, koca dünya mevcu-
datını virdine tesbih olmakta kısa görüyor. Ve cenneti zi-
kir ve virdine gaye olmakta az gördüğü hâlde, kendi nef-
sini Cenab-ı Hakkın edna bir mahlûkunun üstünde bü-
yük tutmuyor.
(1)
nihayet izzet içinde nihayet tevazuu
cem ediyor. Felsefe şakirtlerinin buna nispeten ne dere-
ce pest ve aşağı olduğunu kıyas edebilirsin.
İşte, felsefe-i sakîme-i Avrupaiyeden yekçeşm olan de-
hasının yanlış gördüğü hakikatleri, iki cihana bakan, gay-
başina parlak iki gözüyle iki âleme nazar eden, beşer için
iki saadete iki eliyle işaret eden hüda-i kur’ânî der ki:
ey insan! senin elinde bulunan nefis ve malın senin mül-
kün değil, belki sana emanettir. o emanetin maliki her
şeye kadîr, her şeyi bilir bir rahîm-i kerîmdir. o senin
yanındaki mülkünü senden satın almak istiyor; tâ senin
için muhafaza etsin, zayi olmasın. İleride mühim bir fiyat
sana verecek. sen muvazzaf ve memur bir askersin.
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 221 |
o
n
Y
edinCi
l
em
’
a
lamalarıyla akılları benzerini yap-
maktan âciz bırakan Kur’ân-ı Ke-
rîm.
letaif:
lâtifeler, manevî duygular.
mağlûp:
yenilme, yenilmiş olma.
mahlûk:
Allah tarafından yaratıl-
mış, yaratık.
mahlûkat:
Allah tarafından yaratı-
lanlar.
malik:
sahip.
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
mu’cizâne:
mu’cize gibi.
muhafaza:
koruma.
muvazzaf:
vazifeli.
mühim:
önemli.
mülk:
sahip olunan, üzerinde ta-
sarruf hakkı bulunan şey.
nazar:
göz atma, bakma.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan, hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nihayet:
son derece.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak.
pest:
alçak, aşağı.
rahîm-i kerîm:
ikramı bol olan ve
kullarına çok çok merhamet eden
Allah.
saadet:
mutluluk.
silsile-i zerrat:
atomlar zinciri.
şakirt:
talebe, öğrenci.
teâlî:
yükselme, yücelme.
terbiye:
besleme, yetiştirme, bü-
yütme; besleyip büyütme.
terbiye-i kur’ân:
Kur’ân’ın tarif et-
tiği ve verdiği terbiye.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tutma.
tevazu:
alçak gönüllülük.
tilmiz:
talebe.
virt:
belli zamanlarda okunması
manevî bir vazife olarak kabul edi-
len Kur’ân cüzleri, Esma-i Hüsna ve
dualar.
yekçeşm:
tek gözlü.
zayi:
elden çıkmış, telef olmuş.
zerrat:
zerreler.
zikir:
Allah’ın adlarını anarak dua
etme.
aded-i enfa:
en faydalı sayı,
miktar.
adet:
sayı, miktar.
âlem:
dünya, cihan.
beşer:
insanlık.
cem:
toplama.
Cenab-ı Hak:
Allah.
cihan:
dünya, âlem.
deha:
çok akıllılık, zekiliğin son
derecesi.
edna:
pek aşağı, en bayağı.
emanet:
geri alınmak üzere
bırakılan şey.
evrat:
virtler, okunması âdet
olan dinî dualar.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
felsefe-i sakîme-i avrupaiye:
Avrupa’nın sakat ve karanlık
felsefesi.
gam:
keder, tasa.
gaybaşina:
gaybı bilen, görün-
meyen âlemi gören.
gaye:
maksat.
hakikat:
gerçek.
hüda-i kur’ânî:
Kur’ân’ın gös-
terdiği doğru yol.
inbisat:
yayılma, açılma.
işaret:
gösterme.
izzet:
itibar, şeref.
kadîr:
her şeye gücü yeten.
katarat:
katreler, damlalar.
keder:
tasa, kaygı, hüzün.
kıyas:
karşılaştırma.
kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açık-
1.
Bkz. Tirmizî, Züht: 9; İbniMâce: 19.