dehşetli ve hiç misli görülmemiş devirde, hususan ehl-i
imanın çok sarsıntılar geçirdiği ve çok dehşetli düşman-
lar karşısında bulunduğu ve küfr-i mutlak ateşinin mahal-
lemizi sardığı bir zamanda, ancak ve ancak, güvenimizin
en müstahkem, kavi, yıkılmaz, sarsılmaz tahkimatı olan
risale-i nur’un nuranî siperlerine iltica etmekle ve onun
daire-i kudsiyesine dehalet etmekle kurtulacak ve ima-
nınızı kurtararak, idam-ı ebedî zannettiğiniz ölümü bir
hayat-ı bâkiyeye tebdil edeceksiniz. Ve işte o nurun
mübarek tercümanının ve mübarek şahs-ı manevîsinin
(1)
p
QÉs
ædG n
øp
e r
ºp
¡r
jn
óp
dn
hn
h p
Qƒt
ædG p
?p
FÉn
°Sn
Q n
án
Ñn
?n
W r
ôp
Ln
Gn
h Én
ær
jn
óp
dGn
h r
ôp
Ln
Gn
h Én
fr
ôp
Ln
G
ve emsali dualarının kabulüyle, şefaatiyle ve hürmetine,
benim dehşetli, fakat cehennem ateşi yanında hiç ehem-
miyeti olmayan ateşimden, onun şakirtlerinin, hadimle-
rinin ve risalelerinin muhafızı bulunan mağazaları, nasıl
azat olmuş, kurtulmuşsa, sizler de o mübarek şakirtler gi-
bi, o mübarek daire-i kudsiyeye dehalet ettiğinizde, dün-
yevî ve uhrevî dehşetli ateşlerden kurtulacak ve evlât ve
ıyalinizin bir nevi çobanı olmak hasebiyle, o sevgililerini-
zi de kurtaracaksınız. Ve her birerleriniz maddî ve mane-
vî felâh ve saadete nail olacaksınız.
Bakıp da görmeyen ve görüp de görmek istemediği-
nizden kapadığınız gözlerinizi açınız, görünüz ve azîm
tehlikelerin çok yakın olduğunu ihsas ve telâş ve itirazı-
nızı arttırmaktan başka bir işe yaramayan dünya havadis-
lerini veren radyo başına değil, ayaklarınızdaki bütün
Emirdağ Lâhikası – ı | 233 |
ihsas:
hissettirme, sezdirme.
iltica:
sığınma, güvenme, da-
yanma.
iman:
inanç, itikat.
itiraz:
direnme, karşı koyma.
kavi:
kuvvetli, güçlü.
küfr-i mutlak:
mutlak küfür, hiç
bir imanî hükmü, delili kabul et-
meme, kesin ve tam bir inkar.
maddî:
madde ile alâkalı.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
misil:
kat; eş.
muhafız:
koruyucu, bekçi.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müstahkem:
kuvvetlendirilmiş,
sağlamlaştırılmış.
nail:
kavuşma, ulaşma, erme.
nevi:
çeşit.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
risale:
Risâle-i Nur Külliyatını mey-
dana getiren kitaplardaki her bir
bağımsız bölüm.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
saadet:
mutluluk.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs, belli
bir kişi olmayıp bir cemaatten
meydana gelen manevî şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefaat:
birinden başkasının kusur-
larının veya suçunun bağışlanma-
sını dileme.
tahkimat:
bir yeri düşmanın hü-
cumuna karşı savunmak ve hü-
cumu kolaylaştırmak maksadıyla
yapılmış düzenlemeler ve tesisler.
tebdil:
değiştirme, dönüştürme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait.
1.
Bizi ateşten koru. Anne babamızı ateşten koru. Nur Talebelerini ve onların anne babalarını
ateşten koru.
azat:
serbest bırakma, hür
olma.
azîm:
büyük.
daire-i kudsiye:
mukaddes,
muazzez daire.
dehalet:
girme, birinin himaye
ve merhametine sığınma.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
emsal:
örnekler, benzerler.
evlât:
çocuklar.
felâh:
kurtuluş, selâmet,
onma.
hadim:
hademe, hizmetçi.
haseb:
dolayı, cihetince, gere-
ğince.
havadis:
haberler.
hayat-ı bakıye:
bâkî olan,
sonsuz hayat, ahiret hayatı.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hürmet:
saygı.
ıyal:
bir kimsenin bakmakla
yükümlü olduğu kimseler; eş,
karı; ayal.
idam-ı ebedî:
dirilmemek
üzere yok oluş, ahiret inancı
olmadığı için ölümü ebedî
yokluğa gitmek olarak görme.