Isparta kahramanları gibi, konya’nın mübarek âlimle-
ri risale-i nur’a sahip çıktıklarından, daha dünyaca, va-
zife-i nuriyeye bir endişem kalmadı. o mübarek ve kuv-
vetli ellere risale-i nur’u emanet edip rahat-ı kalb ile
kabrime gidebilirim.
Sani yen:
elhak, az bir zamanda risale-i nur’a pek
çok faydası dokunan ve on seneden beri risale-i nur’a
çalışmış gibi haslar dairesinde bulunan Mustafa os-
man’ın, emirdağındaki kardeşlerine, yangın münasebe-
tiyle geçmiş olsun makamında nev-i beşer yangınını bah-
sedip, güzel bir mektup yazmış. onun mektubunun bir
kısmını hem lâhikada, hem sikke-i gaybiye’de kaydedi-
yoruz; sonra suretini size göndereceğiz. Benim tarafım-
dan hem ona, hem yanındakilere, hem vasıta-i muhabe-
re olduğu kastamonu ve İnebolu’daki kardeşlerimize pek
çok selâmlarla beraber, hattı güzel, vakti müsait olanlar,
Isparta ve civarı gibi,
Asa-yıMûsa
mecmuasını yazsalar,
çok münasip olur. Bu vazife-i nuriye, inşaallah matba-
anın çok fevkinde iş görecek.
Sa l i sen:
Hafız emin’in risale-i nur’a çok hizmeti
var. onun kasabası olan küre, geçen hâdiseden evvel
nuri, Hakkı, İhsan ve merhum Muallim osman gibi zat-
ların himmetiyle bir Medrese-i nuriye hükmüne geçip
parlak bir surette nura çalışıyordu. İnşaallah, o kıymet-
tar hizmeti, mümkün oldukça yine yapacak. gerçi geçen
musibette en ziyade onlar üzüldüler, fakat ona mukabil
risale-i nur’un geniş muzafferiyetinde o kasabanın ve o
fedakâr kardeşlerimizin hisseleri çok ehemmiyetlidir.
Emirdağ Lâhikası – ı | 225 |
kutlu.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
münasip:
uygun.
müsait:
uygun, münasip.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
rahat-ı kalp:
kalp rahatlığı, kalbin
huzurlu ve tasasız oluşu.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
salisen:
üçüncü olarak.
saniyen:
ikinci olarak.
selâm:
barış, rahatlık, selamet ve
esenlik dileme.
suret:
biçim, şekil, tarz.
vasıta-i muhabere:
haberleşme
vasıtası, aracı.
vazife-i Nuriye:
Risale-i Nur vazi-
fesi, hizmeti.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
çok, fazla.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim
adamı.
bahis:
bahseden, araştıran, an-
latan.
civar:
çevre, yöre, etraf.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
elhak:
hakkın tâ kendisi, tam
doğrusu; doğrusu ya.
emanet:
emniyet edilen kim-
seye bırakılan şey, eşya veya
kimse.
endişe:
kaygı.
evvel:
önce.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
fevkinde:
üstünde.
gerçi:
her ne kadar...
hâdise:
olay.
hat:
yazı.
himmet:
çalışma, çabalama,
gayret gösterme.
hisse:
pay, nasip.
hizmet:
görev, vazife.
hükmüne:
yerine, değerine.
inşaallah:
Allah izin verirse.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
lâhika:
ek, ilâve, zeyil, sonra-
dan ilâve edilen, eklenen.
makam:
yer, mevki.
mecmua:
tertip ve tanzim
edilmiş şeylerin hepsi, kolek-
siyon.
medrese-i Nuriye:
nur med-
resesi; Risale-i Nur’ların okun-
duğu yerler.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş, ölü.
mukabil:
karşılık.
musibet:
felaket, bela.
muzafferiyet:
muzafferlik,
düşmana üstün gelme, galibi-
yet.
mübarek:
feyizli, bereketli,