eğer asayiş ve idare hesabına nüfuzunu kırmak ve
umumun nazarında çürütmek için yapıyorsanız, pek bü-
yük bir hata ediyorsunuz. İki sene üç mahkeme, yirmi
senelik hayatımın yüz yirmi eserinde, yüz yirmi bin
risale-i nur Şakirtlerinden, mucib-i ihtilâl ve medar-ı
mesuliyet ve vatan ve millet aleyhinde hiçbir şey bulma-
dıklarına, beraatimizle ve risale-i nur eczalarının bütü-
nünü iade etmeleriyle gösterdiği cihetle, kat’iyen size be-
yan ediyorum ki, dinsizlik hesabına bizi ezen sizler, va-
tan ve millet, asayiş ve idare aleyhinde ve anarşilik lehin-
de ve müthiş bir ecnebi hesabına beni sıkıştırıp, bir sar-
sıntı çıkarıp, o cereyanın müdahalesini istiyorsunuz.
onun için, bütün ihanet ve hakaretlerinize beş para kıy-
met vermem; asayiş, idare lehinde sabır ve tahammüle
karar verdim.
elbette dünya daimî olmadığı gibi, hâdisatı da fırtına-
lı, daima değişir. Birkaç saat cinayetlerle, dünyevî ve uh-
revî binler zakkum ve azap neticeleri var. o zaman, fay-
dasız yüz binler teessüf diyeceksiniz. Ben, resmî maka-
mata ve bizimle tam alâkadar vazifedarlara yazdığım gi-
bi, sizin gibi bedbahtlara dahi derim: Biz, risale-i nur’la,
bu memleketin ve istikbalinin en büyük iki tehlikesini def
etmeye çalışıyoruz ve bilfiil çok emarelerle, hatta mahke-
mede de kısmen ispat etmişiz.
Bi r inc i tehl i ke:
Bu memlekette, hariçten kuvvetli
bir surette girmeye çalışan anarşiliğe karşı sed çekmek.
Emirdağ Lâhikası – ı | 221 |
leh:
onun tarafına, ondan yana,
birinin faydası için yapılan hare-
ket.
makamat:
makamlar.
medar-ı mes’uliyet:
sorumluluk
sebebi.
mucib-i ihtilâl:
ihtilâl gerekçesi.
müdahale:
karışma, araya girme,
sokulma.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
nazar:
bakış, nezdinde.
nüfuz:
söz geçirme, hüküm sahibi
olma.
resmî:
devletin olan, devlete ait,
devletle ilgili.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sabır:
dayanma, katlanma, zorluk-
lara dayanma gücü.
set:
mani, perde, engel.
suret:
biçim, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tahammül:
yüklenme, yüke kat-
lanma.
teessüf:
üzülme, acı duyma.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait.
umum:
bütün, herkes.
vazifedar:
vazifeli.
zakkum:
acı, zehir.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
aleyh:
karşı, karşıt.
anarşi:
her türlü düzen ve oto-
riteye karşı koyarak karışıklığı
meydana getirme durumu.
asayiş:
emniyet, kanun ve ni-
zam hakimiyetin sağlanması.
azap:
eziyet, işkence; büyük
sıkıntı, şiddetli acı.
bedbaht:
bahtsız, talihsiz, za-
vallı.
beraat:
serbest kalma, suçsuz
bulunma, aklanma.
beyan:
anlatma, açıklama.
bilfiil:
bizzat kendi çalışması
ile, kendi yaparak.
cereyan:
akım, fikir, sanat
veya siyaset hareketi.
cihet:
yön.
cinayet:
cana kıyma, katil
veya bu derecede ağır bir suç.
daimî:
sürekli, devamlı.
def:
mâni olma, savmak,
uzaklaştırma.
dünyevî:
dünyaya ait.
ecnebi:
yabancı.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
hâdisat:
hadiseler, olaylar.
hakaret:
saygı göstermeme,
alçak görme, aşağılama.
hariç:
dışarı.
iade:
geri verme.
idare:
yönetim, memleket iş-
lerinin yürütülmesi.
ihanet:
hıyanet, arkadan
vurma.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
istikbal:
gelecek.
kat’iyen:
hiç bir zaman, asla.
kısmen:
kısmî olarak, bir kı-
sım.
kıymet:
değer.