Ben de derim: Bütün dostlarım biliyorlar ki, ben şah-
sıma karşı hürmeti ve teveccüh-i ammeyi istemiyorum,
reddediyorum. Benim hakkımda başkalarının hüsnüzan-
nını kabul etmediğim hâlde, hangi kanun beni mesul
eder ki, ihtiyârım ve rızam haricinde, başkasının hüs-
nüzannıyla bana ihanet ediliyor? Farz-ı muhal olarak, bu
teveccühü amme hakikat de olsa, vatana, millete fayda-
sı var, zararı olmaz.
Hem eğer bir parçasını ben de kabul etsem, bu ihti-
yarlık, hastalık, yoksulluk ve soğuk bir oda içerisinde,
dehşetli bir haps-i münferitte, zarurî hizmetlerimi gör-
mek için bir-iki insanın dostluğunu kabul etmekliğimde
hangi fenalık var? Hangi kanun bunu men eder? Bir iki
işçi çocuktan başka benimle temas ettirmemek hangi ka-
nunladır? o işçi çocuklar her vakit bulunmadığı için,
kendim işimi göremiyorum. Bu dehşetli vaziyeti, elbette
bu memlekette inzibat ve hükûmet ve idare adamları na-
zar-ı ehemmiyete almak borçlarıdır. Cidden alâkadar
eder diye size beyan ediyorum.
Emirdağındabirtecrit-imutlakta
SaidNursî
ì®í
Emirdağ Lâhikası – ı | 223 |
önemli görerek, pek mühim oldu-
ğunu düşünerek olan bakış.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
tecrid-i mutlak:
tam bir yalnızlık,
hiç kimseyle görüşememek.
teveccüh:
yönelme, sevgi, ilgi.
teveccüh-i amme:
genel tevec-
cüh, umumun, herkesin, halkın
yönelişi.
vaziyet:
durum.
zarurî:
zorunlu.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
beyan:
anlatma, açıklama.
cidden:
şaka olmayarak, ger-
çekten, ciddî olarak.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
farz-ı muhal:
imkânsızı farz
etme, olmayacak bir şeyi ola-
cakmış gibi düşünme.
hakikat:
gerçek, doğru.
haps-i münferit:
tek başına
olan hapis.
hariç:
dışarıda.
hizmet:
görev, vazife.
hürmet:
saygı.
hüsnüzan:
iyi zan, güzel ka-
naat.
idare:
yönetim, memleket iş-
lerinin yürütülmesi.
ihanet:
hıyanet, arkadan
vurma.
ihtiyâr:
irade, tercih.
inzibat:
düzeni sağlama, asa-
yişi yoluna koyma.
men:
yasak etme, engelleme.
mes’ul:
sorumlu, yükümlü.
nazar-ı ehemmiyet:
pek