Sani yen:
Şehid merhum Hafız Ali’nin tam bir vârisi
Hasan Feyzi’nin, denizli hesabına ve o civarda ciddî kar-
deşlerimizin namına yazdığı parlak kaside ve dördüncü
şehnamesi; ve orada dahi şakirtlerin faaliyetle nura ça-
lışmaları, benim zehirli, şiddetli hastalığıma bir merhem
oldu. Cenab-ı erhamürrahimîne hadsiz şükür olsun, de-
nizli’yi ikinci bir Isparta ve büyük bir İslâmköyü yapıyor.
evet, hâkim-i âdil, Muharrem ve Feyzi ve Hafız Mus-
tafa, bir-iki senede, yirmi sene kadar hizmet-i nuriyeyi
yaptılar; nurun şakirtlerini ebede kadar minnettar eyle-
diler. Cenab-ı Hak, onlardan ve beraberlerinde nura hiz-
met edenlerden ebeden razı olsun. Âmin.
Sa l i sen:
Medrese-i nuriyenin kahramanlarından ve
Barlalı Marangoz Mustafa Çavuş ve Hafız Mehmed’in
tam vârisi Marangoz Ahmed’in Medrese-i nuriye namı-
na pek samimî ve hazin taziyenamesi, beni sürurla ağlat-
tırdı. Ben de derim: Madem o mübarek medresede kü-
çük ve büyük çok said’ler var; ihtiyar, âciz, vazifesi bit-
miş bir said noksan olsa, ehemmiyeti yok. Hayat-ı bâki-
yede madem beraberiz; bir muvakkat müfarakat olsa da,
sizi müteessir etmesin.
Rab i an:
Hâkim-i âdilden sonra en ziyade hakikî
adalete çalışıp risale-i nur’un serbestiyetine hizmet
eden
? ,Q ,ì ,?
en halis şakirtler içinde ve benim öz
kardeşim ve birinci talebem Molla Mehmed ismiyle
Emirdağ Lâhikası – ı | 241 |
minnet duyan.
muvakkat:
geçici.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müfarakat:
uzaklaşma, ayrılık.
müteessir:
üzgün.
nam:
ad, isim.
Nur:
Risale-i Nur eserleri.
rabian:
dördüncü olarak.
razı:
hoşnut olma, kabul etme.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
salisen:
üçüncü olarak.
samimî:
içten, candan, gönülden.
saniyen:
ikinci olarak.
serbestiyet:
serbestlik, rahat ve
serbest olma hâli.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şehit:
Allah’ın ve yüce dininin
adını yüceltme uğrunda canını
feda ederek savaşta vurulup ölen
Müslüman.
şehname:
hükümdarların hayat
ve zaferlerini konu edinen man-
zum eser.
şükür:
teşekkür.
talebe:
öğrenci.
taziyename:
baş sağlığı dileyen
yazı veya mektup.
vâris:
mirasçı.
vazife:
görev.
ziyade:
çok, fazla.
adalet:
kanun ve düzen haki-
miyeti.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
Cenab-ı Erhamürrâhimîn:
ina-
yet ve rahmet, yardım ve lütuf
sahiplerinin en merhametlisi
olan, şeref ve azamet sahibi
olan yüce Allah (CC.).
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
civar:
çevre, yöre, etraf.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
ebeden:
ebedî ve daimî ola-
rak.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikî:
gerçek.
hâkim-i âdil:
âdil hakim, ada-
let ile iş gören hükmedici, ada-
letli hüküm verici.
halis:
katışıksız, saf, duru.
hayat-ı bakıye:
bâkî olan,
sonsuz hayat, ahiret hayatı.
hazin:
hüzünlü, acıklı.
hizmet:
görev, vazife.
hizmet-i Nuriye:
Nur hizmeti,
Risâle-i Nur için çalışma.
ihtiyar:
yaşlı.
kaside:
belli bir amaçla yazıl-
mış divan şiiri ve bu şiirin na-
zım şekli.
madem:
değil mi ki.
medrese:
eğitim ve öğretim
kurumu.
medrese-i Nuriye:
nur med-
resesi; Risale-i Nur’ların okun-
duğu yerler.
merhem:
ilaç; acıyı, kederi
teskin eden şey.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş, ölü.
minnettar:
bir iyiliğe karşı