olmayan ve bütün eşyayı bütün şuunatıyla birden görme-
yen ve nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde
hâzır ve nazır bulunmayan ve mekândan münezzeh ol-
mayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete malik ol-
mayan, bize sahip olamaz ve müdahale edemez.”
sonra o müddei gider, “Belki küre-i arzı kandırıp, ora-
da bir yer bulurum” der. gider, küre-i arza,
(HaşİYe 1)
yine
esbap namına ve tabiat lisanıyla der ki: “Böyle serseri
gezdiğinden, sahipsiz olduğunu gösteriyorsun. öyle ise
sen benim olabilirsin.”
o vakit, küre-i arz, hak namına ve hakikat diliyle, gök
gürültüsü gibi bir seda ile ona der ki:
“Halt etme! Ben nasıl serseri, sahipsiz olabilirim? Be-
nim elbisemi ve elbisemin içindeki en küçük bir nokta-
yı, bir ipi intizamsız bulmuş musun ve hikmetsiz ve sa-
natsız görmüş müsün ki, bana sahipsiz, serseri dersin?
eğer hareket-i seneviyem ile takriben yirmi beş bin
senelik
(HaşİYe 2)
bir mesafede, bir senede gezdiğim ve
HaşİYe 1:
Elhâsıl:
zerre, o müddeiyi küreyvat-ı hamraya havale eder;
küreyvat-ı hamra onu hüceyreye, hüceyre dahi beden-i insana, beden-i
insan ise nev-i insana, nev-i insan onu zîhayat envaından dokunan arzın
gömleğine, arzın gömleği dahi küre-i arza, küre-i arz onu güneşe, güneş
ise bütün yıldızlara havale eder.
Her biri der: “git, benden yukarıdakini zaptedebilirsen, sonra gel be-
nim zaptıma çalış. eğer onu mağlûp etmezsen, beni ele geçiremezsin.”
demek, bütün yıldızlara sözünü geçiremeyen, bir tek zerreye rububi-
yetini dinletemez.
HaşİYe 2:
Bir dairenin takriben nısf-ı kutru yüz seksen milyon kilo-
metre olsa, o daire –kendisi– takriben yirmi beş bin senelik mesafe olur.
arz: dünya, yer.
beden-i insan:.
daire:
merkezî bir noktadan eşit
uzaklıktaki noktaların birleşerek
oluşturduğu düzlem.
ele geçirmek:
sahip olma, elde et-
me, zaptetmek.
elhâsıl:
sonuç olarak.
enva:
neviler, çeşitler, türler.
esbap:
sebepler.
hak:
doğru.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
halt:
münasebetsiz söz söyleme,
karıştırma.
hareket-i seneviye:
yıllık hareket.
haşiye:
dipnot.
havale etmek:
göndermek.
hâzır:
bulunan; göz önünde olan.
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik olarak, manalı, faydalı ve
tam yerli yerinde olması.
hüceyre:
küçük hücre, hücre-
cik.
ilim:
bilgi, marifet.
intizam:
düzgün olma.
kudret:
yapıcı, icat edici güç,
iktidar.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
küreyvat-ı hamra:
kırmızı
kan hücresi, alyuvar.
lisanıyla:.
mağlûp etmek:
yenmek.
malik:
sahip.
mekân:
yer.
mesafe:
yol, uzaklık.
müdahale:
karışma.
müddei:
iddia sahibi, davacı.
münezzeh:
uzak, berî.
namına:
adına.
nazır:
gözeten.
nev-i insan:
insan cinsi, insan-
lar.
nısf-ı kutr:
yarıçap.
nihayetsiz:
sonsuz.
rububiyet:
rablık; Allah’ın her
bir varlığa muhtaç olduğu şey-
leri vermesi, onları terbiye
edip idare ve hâkimiyeti altın-
da bulundurması.
seda:
ses.
şuunat:
işler, hâller.
tabiat:
maddî âlem.
takriben:
yaklaşık olarak.
vakit:
zaman.
zapt:
elde etme, ele geçirme.
zaptetmek:
ele geçirmek,
kendine mal etmek.
zerre:
maddenin en küçük
parçası.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
BirinCi mevkIf / 32. sÖZ
| 232 |
i
kinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA