Asâ-yı Mûsa - page 241

yazmasına bir nur hokkası hükmüne getirmek; ve yüksek
minare ve kulelerdeki büyük saatlerin parlayan akrepleri
misillü, kubbe-i semada kameri zamanın saat-i kübrasına
bir akrep yapmak; mütefavit çok hilâller suretinde her
geceye güya ayrı bir hilâl bırakıp, sonra dönüp kendine
toplamak; menzillerinde kemal-i mizanla, dakik hesapla
hareket ettirmek; ve kubbe-i semada parlayan, tebessüm
eden yıldızlarla göğün güzel yüzünü yaldızlamak, elbette
nihayetsiz bir saltanat-ı rububiyetin şeairidir, zîşuura onu
iş’ar eden muhteşem bir ulûhiyetin işaratıdır; ehl-i fikri
imana ve tevhide davet eder.
Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine,
Hâme-i zerrin-i Kudret, gör ne tasvir eylemiş.
Kalmamış bir nokta muzlim, çeşm-i dil erbabına,
Sanki ayatın Hudâ, nur ile tahrir eylemiş.
Bak, ne mu’ciz-i Hikmet, iz’anruba-i kâinat,
Bak, ne âlî bir temaşadır feza-i kâinat.
Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şîrînine,
Name-i nurîni Hikmet, bak ne takrir eylemiş.
Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:
Bir Kadîr-i Zülcelâl’in haşmet-i sultanına,
Birer bürhan-ı nurefşanız vücub-i Sânia; hem
vahdete, hem kudrete şahitleriz biz.
Şu zeminin yüzünü yaldızlayan nazenin mu’cizatı çün
melek seyranına,
Bu semanın arza bakan, cennete dikkat eden, binler
müdakkik gözleriz biz.
AsA-yı MûsA
i
kinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 241 |
32. sÖZ / BirinCi mevkIf
kubbe-i sema:
gökyüzü kubbesi.
kudret:
kuvvet, iktidar.
lisan:
dil.
melek:
Allah’ın nurdan yarattığı
her zaman görülemeyen, Allah’ın
emirlerine tam itaat eden mahlûk.
menzil:
yer.
minare:
camilerde ezan okumak
için yapılmış kule şeklindeki yük-
sek yer.
misillü:
benzeri.
mu’cizat:
mu’cizeler.
mu’ciz-i Hikmet:
sonsuz hikmet
sahibi olan Allah’ın mu’cizesini
gösteren.
muhteşem:
görkemli.
muzlim:
karanlık, zulmetli.
müdakkik:
inceden inceye dik-
katle araştıran.
mütefavit:
birbirinden farklı.
name-i nurîn:
nurlu, parlak mek-
tup.
nazenin:
ince, nazlı.
nihayetsiz:
sonsuz.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nutka gelmek:
konuşmak.
saat-i kübra:
en büyük saat.
safha-i rengin:
güzel, hoş ve ren-
gârenk sayfalar.
saltanat-ı rububiyet:
kâinatı ter-
biye ve idare edici olan Allah’ın
saltanatı.
sema:
gökyüzü.
seyran:
gezme.
suret:
biçim, görünüş.
şeair:
dinin alâmetleri, işaretleri;
Müslümanlara ait kurallar, esaslar.
tahrir:
yazma.
takrir:
anlatma.
tasvir:
bir şeyi çeşitli ifade tarzla-
rıyla anlatma.
tebessüm:
gülümseme.
temaşa:
bakıp seyretme.
tevhit:
Allah’ın birliği.
ulûhiyet:
ilâhlık, ibadet edilmeye
lâyık olan tek ma’bud bütün var-
lıkları yaratan Allah’tır, diye ifade
edilebilir gerçek.
vahdet:
birlik.
vücub-i sâni:
her şeyi sanatlı ya-
ratan Cenab-ı Hakkın vücudunun
zarurî olması.
zemin:
yeryüzü.
zîşuur:
şuurlu, bilinç sahibi.
âlî:
yüce, yüksek.
arz:
yer, dünya.
ayat:
Kur’ân ayetleri.
bürhan-ı nurefşan:
nur saçan
parlak delil.
çeşm-i dil:
kalp gözü, basiret.
çün:
çünkü, şu sebepten ki.
davet:
çağırma.
ehl-i fikir:
tefekkür sahipleri.
erbap:
sahipler, ehil.
feza-i kâinat:
uzay.
güya:
sanki.
hak:
Allah, doğru.
hâme-i zerrin-i Kudret:
İlâhî
kudretin altın kalemi.
haşmet-i sultan:
sultanın bü-
yüklüğü.
Hikmet:
her şeyin belirli gaye-
lere yönelik olarak, manalı,
faydalı ve tam yerli yerinde
yaratan Allah.
hilâl:
yeni ay.
hokka:
içine mürekkep konu-
lan kutu biçimindeki kap.
hutbe-i şirin:
tatlı konuşma-
lar, zevkli sohbetler.
Hüda:
Allah, Rab.
hükmüne:
değerine, yerine.
hüküm:
değer.
iman:
inanma, itikat.
iş’ar:
anlatma, bildirme.
işarat:
işaretler.
iz’anrubâ-i kâinat:
kâinatın
çok hayret ve şaşkınlık veren
yönü.
Kadîr-i Zülcelâl:
sonsuz bü-
yüklük, haşmet ve kudret sa-
hibi, Allah.
kamer:
ay.
kemal-i mizan:
ölçünün tam
ve kusursuz oluşu.
kitab-ı kâinat:
kâinat kitabı.
1...,231,232,233,234,235,236,237,238,239,240 242,243,244,245,246,247,248,249,250,251,...570
Powered by FlippingBook