BİRİNCİsİ
ey muannit münkir! senin enaniyetin seni o kadar ah-
maklaştırmış ki, yüz muhali birden kabul etmek
derecesinde hükmediyorsun. Çünkü sen mevcutsun. Ve
basit bir madde ve camit ve tagayyürsüz değilsin. Belki,
daima teceddütte olarak, gayet muntazam bir makine ve
harika ve daima tahavvülde bir saray gibisin. senin vü-
cudunda her vakit zerreler çalışıyorlar. senin vücudun
kâinatla, hususan rızık münasebetiyle, hususan beka-i
nev’î itibarıyla alâkadar ve alış verişi vardır. senin vücu-
dunda çalışan zerreler, o münasebatı bozmamak ve o
alâkadarlığı kırmamak için dikkat ediyorlar, öylece ihti-
yatla ayaklarını atıyorlar. güya bütün kâinata bakıyorlar,
senin münasebatını kâinatta görüp öylece vaziyet alıyor-
lar. sen zahirî ve bâtınî duygularınla, o zerrelerin o hari-
ka vaziyetine göre istifade edersin.
eğer sen vücudundaki zerreleri, kadîr-i ezelî’nin kanu-
nuyla hareket eden küçücük memurları veya bir ordusu
veya kalem-i kaderin uçları (her bir zerre bir kalem ucu)
veya kalem-i kudretin noktaları (her bir zerre bir nokta)
olduğunu kabul etmezsen, o vakit senin gözünde çalışan
her bir zerreye öyle bir göz lâzım ki, senin mecmu-ı ce-
sedinin her tarafını görmekle beraber, münasebettar
olduğun bütün kâinatı dahi görecek bir göz ve bütün se-
nin mazi ve müstakbel ve nesil ve aslın ve anasırının
menbalarını ve rızkının madenlerini bilecek, tanıyacak,
yüz dahi kadar bir akıl vermek lâzım geliyor. senin gibi
bu meselelerde zerre kadar aklı olmayanın bir zerresine
AsA-yı MûsA
ü
çüncü
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 251 |
23. lem’a / TaBiaT risalesi
menba:
kaynak.
mesele:
önemli konu.
mevcut:
var olan, varlık.
muannit:
inatçı.
muhal:
imkânsız, olabilmesi, dü-
şünülemeyen.
muntazam:
nizamlı, düzgün, ölçü-
lü.
münasebet:
vesile, ilgi.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
münkir:
Allah’ın varlığını kabul ve
tasdik etmeyen, imansız, dinsiz.
müstakbel:
gelecek zaman.
nesil:
soy-sop, zürriyet.
nokta:
işaret, yer, konu, sınır, de-
rece.
rızık:
yiyecek, içecek şey, azık.
tagayyür:
hâlden hâle geçme, de-
ğişme, başkalaşma.
tahavvül:
bir hâlden başka hâle
geçme, değişme.
teceddüt:
tazelenme, yenilenme.
vakit:
zaman.
vaziyet:
durum, hâl.
vücut:
var olma, varlık.
zahirî:
dış görünüşteki.
zerre:
maddenin en küçük parça-
sı, molekül, atom.
zerreler:
atomlar, moleküller.
ahmak:
pek akılsız, sersem,
budala.
alâkadar:
ilgili, münasebetli.
anasır:
unsurlar, elementler.
asıl:
kök, temel, köken, kay-
nak olarak.
bâtınî:
içe ait, dahilî, görünme-
yen.
beka-i nev’î:
bir canlı türün,
bir cinsin devamlılığı.
camit:
ruhsuz, sert, cansız.
daima:
sürekli, her zaman.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, gurur.
güya:
sanki.
harika:
olağanüstü.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmetmek:
karar vermek,
düşüncede bir kanıya varmak.
ihtiyat:
tedbirli hareket etme.
istifade:
faydalanma.
itibarıyla:
bakımından, değe-
riyle.
Kadîr-i Ezelî:
her şeye gücü
yeten, varlığının öncesi, evveli
olmayan, Allah.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
kalem-i kader:
kader kalemi,
Allah’ın olacak hâdiseleri ol-
madan önce bilip yazması,
takdir etmesi.
kalem-i kudret:
kudret kale-
mi, Allah’ın güç ve kuvveti ile
yaratması.
kanun:
tabiat olaylarının bağlı
bulunduğu değişmez kaide.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
maden:
asıl, esas, kaynak.
mazi:
geçmiş zaman.
mecmu-ı ceset:
ceset, vücut
bir bütün olarak.