Asâ-yı Mûsa - page 255

Bu tarz-ı fikir ise, kâinattaki muhalâtın en batılı, en hura-
fesidir. Hâlık-ı kâinat’ın sanatını mevhum, ehemmiyetsiz,
şuursuz bir tabiata veren insan, elbette yüz defa hayvan-
dan daha hayvan, daha şuursuz olduğunu gösterir.
İKİNCİ MUHAL
eğer gayet intizamlı, mizanlı, sanatlı, hikmetli şu mev-
cudat, nihayetsiz kadîr, hakîm bir zata verilmezse, belki
tabiata isnat edilse, lâzım gelir ki, tabiat, her bir parça
toprakta Avrupa’nın umum matbaaları ve fabrikaları ade-
dince makineleri, matbaaları bulundursun; tâ o parça
toprak, menşe ve tezgâh olduğu hadsiz çiçekler ve mey-
velerin yetişmelerine ve teşkillerine medar olabilsin.
Çünkü, çiçekler için saksılık vazifesini gören bir kâse top-
rak, içine tohumları nöbetle atılan umum çiçeklerin
birbirinden çok ayrı olan şekil ve hey’etlerini teşkil ve tas-
vir edebilir bir kabiliyeti, bilfiil görülüyor. eğer kadîr-i
zülcelâl’e verilmezse, o vakit, o kâsedeki toprakta, her
bir çiçek için manevî, ayrı, tabiî bir makinesi bulunmaz-
sa, bu hâl vücuda gelemez. Çünkü tohumlar ise, nutfeler
ve yumurtalar gibi, maddeleri birdir. Yani, müvellidülmâ,
müvellidülhumuza, karbon, azotun intizamsız, şekilsiz,
hamur gibi halitasından ibaret olmakla beraber; hava, su,
hararet, ziya dahi, her biri basit ve şuursuz ve her şeye
karşı sel gibi bir tarzda gittiğinden, o hadsiz çiçeklerin
teşkilâtları ayrı ayrı ve gayet muntazam ve sanatlı olarak
o topraktan çıkması, bilbedahe ve bizzarure iktiza ediyor
ki, o kâsede bulunan toprakta, manen Avrupa kadar,
manevî ve küçük mikyasta matbaaları ve fabrikaları
AsA-yı MûsA
ü
çüncü
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 255 |
23. lem’a / TaBiaT risalesi
maden kömürü, antrasit gibi şekil-
siz olarak bulunan element.
kâse:
çiniden yapılma derince ça-
nak, saksı.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
manen:
mana bakımından, mane-
vî yönden, manaca.
manevî:
manaya ait, manevî ola-
rak, soyut.
matbaa:
basım evi.
medar:
dayanak noktası, sebep,
vesile.
menşe’:
esas, kök, kaynak.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, varlıklar.
mevhum:
evham ürünü olan, ger-
çekte olmadığı hâlde var sayılan.
mikyas:
ölçü.
mizan:
ölçü, denge.
muhal:
imkânsız, olabilmesi, dü-
şünülemeyen.
muhalât:
muhaller, olması müm-
kün olmayanlar.
muntazam:
nizamlı, intizamlı,
düzgün.
müvellidülhumuza:
oksijen.
müvellidülmâ:
hidrojen.
nihayetsiz:
sonsuz.
nutfe:
döl suyu, tohum.
şekil:
dış görünüş, biçim.
şuur:
bir şeyi anlama, kavrama
gücü, idrak, bilinç.
şuursuz:
anlayışsız, bilinçsiz.
tabiî:
doğal, tabiatla ilgili.
tarz:
biçim, suret.
tarz-ı fikir:
düşünce tarzı.
tasvir:
çeşitli ifade tarzlarıyla an-
latma.
teşkil:
şekillendirme, meydana
getirme, yapma.
umum:
bütün, genel.
vakit:
zaman.
vazife:
görev.
vücut:
var olma, varlık.
zat:
azamet ve ululuk sahibi kişi.
ziya:
ışık.
adedince:
sayısınca.
azot:
havada beşte dört ora-
nında bulunan renksiz, koku-
suz ve basit gaz.
batıl:
boş, haklı ve gerçeğe uy-
mayan.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
bilfiil:
fiili olarak.
bizzarure:
zarurî olarak, mec-
buren.
ehemmiyet:
önem.
gayet:
son derece, çok.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakîm:
her şeyi bir maksatla
uygun ve hikmetle yaratan.
hâl:
durum.
Hâlık-ı Kâinat:
kâinatın ve
onun içinde olan her şeyin ya-
ratıcısı, Allah.
halita:
karışım.
hararet:
sıcaklık.
hey’et:
yapı, şekil, suret.
hikmet:
kâinattaki ve yaratı-
lıştaki İlâhî gaye, fayda.
hurafe:
düzme, uydurma, di-
ne, akla ve bilime aykırı.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan, müteşekkil.
iktiza etme:
lâzım gelme, ge-
rekme.
intizam:
düzgünlük, nizam.
isnat etme:
dayandırma.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kadîr:
kudret sahibi olan ve
her şeye gücü yeten.
Kadîr-i Zülcelâl:
büyüklük sa-
hibi ve her şeye gücü yeten
Allah.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
karbon:
tabiatta elmas, linyit
1...,245,246,247,248,249,250,251,252,253,254 256,257,258,259,260,261,262,263,264,265,...570
Powered by FlippingBook