suubetle, sinek gibi bir zîhayatın, kâinatın küçük bir fih-
ristesi olan gayet harika makine-i vücudunu icat eden,
içindeki kör tabiatın, bu kâinatı halk ve idare edecek bir
kudret ve hikmet sahibi olduğunu farz etmek lâzım gelir.
Bu ise bir muhal değil, belki binler muhaldir.
elhâsıl, nasıl ki zat-ı Vacibü’l-Vücud’un şerik ve naziri
mümteni ve muhaldir; öyle de rububiyetinde ve icad-ı eş-
yada başkalarının müdahalesi, şerik-i zatî gibi mümteni
ve muhaldir.
Amma İkinci Muhaldeki müşkülât ise: Müteaddit risa-
lelerde ispat edildiği gibi, eğer bütün eşya Vahid-i ehade
verilse, bütün eşya bir tek şey gibi sühuletli ve kolay olur.
eğer esbaba ve tabiata verilse, bir tek şey umum eşya
kadar müşkülâtlı olduğu, müteaddit ve kat’î bürhanlarla
ispat edilmiş. Bir bürhanın hulâsası şudur ki:
nasıl ki bir adam, bir padişaha askerlik veya memuri-
yet cihetiyle intisap etse, o memur ve o asker, o intisap
kuvvetiyle, yüz bin defa kuvvet-i şahsiyesinden fazla işle-
re medar olabilir. Ve padişahı namına, bazen bir şahı
esir eder. Çünkü gördüğü işlerin ve yaptığı eserlerin ci-
hazatını ve kuvvetini kendi taşımıyor ve taşımaya mec-
bur olmuyor. o intisap münasebetiyle, padişahın hazine-
leri ve arkasındaki nokta-i istinadı olan ordu, o kuvveti,
o cihazatı taşıyor. demek gördüğü işler, şahane olarak
bir padişahın işi gibi ve gösterdiği eserler bir ordu eseri
misillü harika olabilir.
AsA-yı MûsA
ü
çüncü
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 257 |
23. lem’a / TaBiaT risalesi
nesi.
mecbur:
zorunluluk.
medar:
dayanak noktası, sebep,
vesile.
memuriyet:
memurluk, görevli ol-
ma.
misillü:
gibi, benzeri.
muhal:
imkânsız, olabilmesi, bulu-
nabilmesi düşünülemeyen.
müdahale:
karışma.
mümteni:
olamaz, mümkün ol-
mayan, imkânsız.
münasebet:
ilgi, vesile.
müşkülât:
zorluklar, güçlükler.
müteaddit:
bir çok, çeşitli.
namına:
adına.
nazir:
benzer olan.
nokta-i istinat:
dayanak noktası,
güvenme ve itimat noktası.
rububiyet:
rablık, Allah’ın bütün
varlık âlemlerin kuşatan egemen-
liği, yaratıcılığı, idare ve terbiye et-
mesi.
suubet:
güçlük, zorluk.
sühulet:
kolaylık.
şah:
bir yere hâkim olan, sahip.
şahane:
mükemmel, görkemli.
şerik:
ortak.
şerik-i zatî:
eşyanın icadında doğ-
rudan Allah’a ortak olma, yarat-
mada iddia edilen asılsız ortaklık.
umum:
bütün, genel.
Vahid-i Ehad:
bir olan ve birliği
her bir şeyde tecelli eden Allah
(c.c.).
Zat-i Vacibü’l-Vücud:
varlığı ve
vücudu vacip olan, var olmak için
hiç bir sebebe muhtaç olmayan
Allah.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
bürhan:
delil, hüccet, kanıt.
cihazat:
cihazlar, aletler, aza-
lar.
cihet:
yön, taraf, sebep.
elhâsıl:
özet, sonuç olarak.
esbap:
nedenler, sebepler.
eser:
bir kimsenin meydana
getirdiği, ortaya koyduğu
ürün.
esir:
tutsak.
farz etmek:
saymak, öyle ka-
bul etmek.
fihriste:
özet.
gayet:
son derece, çok.
halk etme:
yaratma, vücuda
getirme.
harika:
hayret uyandıran, ek-
siksiz, mükemmel.
hikmet:
kâinattaki ve yaratı-
lıştaki İlâhî gaye, fayda.
hulâsa:
kısaca, özet.
icad-ı eşya:
eşyanın vücuda
getirilmesi.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme, yaratma.
idare:
yönetme, bir işi yürüt-
me, çekip çevirme.
intisap:
mensup olma, bağlan-
ma.
ispat:
doğruyu delil göstere-
rek meydana koyma.
ispat:
doğruyu delil göstere-
rek meydana koyma.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
kat’î:
kesin.
kudret:
kuvvet, iktidar.
kuvvet-i şahsiye:
şahsa ait
kuvvet, şahsın kendi kuvveti.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
makine-i vücut:
kâinatın kü-
çük bir misali olan vücut maki-