sonra gider, Ayasofya gibi gayet muazzam bir camie,
Cuma gününde dahil olur. o cemaat-i Müslimînin, bir
adamın sesiyle kalkar, eğilir, secde eder, oturduklarını
müşahede eder. Manevî ve semavî kanunların mecmu-
undan ibaret olan şeriatı ve Şeriat sahibi’nin emirlerin-
den gelen manevî düsturlarını anlamadığından, o cema-
atin maddî iplerle bağlandığını ve o acip ipler onları esir
edip oynattığını tahayyül ederek, en vahşî, insan suretin-
deki canavar hayvanları dahi güldürecek derecede mas-
karalı bir fikirle çıkar, gider.
İşte, aynı bu misal gibi, sultan-ı ezel ve ebed’in had-
siz cünudunun muhteşem bir kışlası olan şu âleme ve o
Ma’bud-i ezelî’nin muntazam bir mescidi olan şu kâina-
ta, mahz-ı vahşet olan inkârlı fikr-i tabiatı taşıyan bir
münkir giriyor. o sultan-ı ezelî’nin hikmetinden gelen
nizamat-ı kâinatın manevî kanunlarını birer maddî mad-
de tasavvur ederek ve saltanat-ı rububiyetin kavanin-i iti-
bariyesi ve o Ma’bud-ı ezelî’nin şeriat-ı fıtriye-i kübrası-
nın, manevî ve yalnız vücud-i ilmîsi bulunan ahkâmlarını
ve düsturlarını, birer mevcud-i haricî ve maddî birer mad-
de tahayyül ederek, kudret-i İlâhiyenin yerine, o ilim ve
kelâmdan gelen ve yalnız vücud-i ilmîsi bulunan o kanun-
ları ikame etmek ve ellerine icat vermek, sonra da onla-
ra “tabiat” namını takmak ve yalnız bir cilve-i kudret-i
rabbaniye olan kuvveti, kudret ve müstakil bir kadîr te-
lâkki etmek, misaldeki vahşîden bin defa aşağı bir vah-
şettir.
AsA-yı MûsA
ü
çüncü
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 261 |
23. lem’a / TaBiaT risalesi
kışla:
askerlerin topluca barındığı
büyük yapı.
kudret-i İlâhîye:
Allah’ın kudreti,
Allah’ın kudretiyle yaptığı işler, fiil-
ler, tasarruflar.
Ma’bud-ı Ezelî:
varlığının başlangı-
cı olmayan ve ibadete lâyık olan
Allah.
maddî:
madde ile alâkalı, cisimle
ilgili.
mahz-ı vahşet:
vahşetin tâ kendi-
si, korkunç ilkellik.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan, soyut.
mecmu:
toplam.
mevcud-i haricî:
vücudu belli ve
müşahhas olan.
muazzam:
çok büyük, görkemli.
muhteşem:
ihtişamlı, haşmetli,
görkemli.
muntazam:
nizamlı, intizamlı,
düzgün.
münkir:
inkâr eden, reddeden.
müstakil:
bağımsız, başlı başına.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
nam takmak:
adlandırmak, isim
vermek.
nizamat-ı kâinat:
kâinattaki dü-
zenler, nizamlar.
saltanat-ı rububiyet:
kâinatı ter-
biye ve idare edici olan Allah’ın
saltanatı.
secde:
baş eğme; namazda, alınla
beraber burnu yere koyma şeklin-
deki ibadet hâli.
semavî:
Allah tarafından olan, İlâ-
hî.
sultan-ı Ezel ve Ebed:
zaman ve
mekânla kayıtlı olmadığı hâlde,
bütün zamanlar ve mekânlar ta-
sarrufu altında olan Allah.
sultan-ı Ezelî:
ezelî sultan; kudret,
kuvvet ve hükümranlığının baş-
langıcı olmayan Allah.
suret:
biçim, tarz.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
şeriat-ı fıtriye-i kübra:
Allah’ın ta-
biata koyduğu büyük kanun.
tahayyül:
hayalde, zihinde can-
landırma.
tasavvur etmek:
bir şeyi düşün-
mek, tasarlamak.
telâkki etmek:
anlamak, kabul
etmek.
vahşet:
vahşîlik, ilkellik.
vahşî:
yabanî, ilkel.
vücud-i ilmî:
varlığı ilim yoluyla
sabit olan.
zîkudret:
kudretli, güç, kuvvet sa-
hibi.
acip:
şaşılan ve hayret uyandı-
ran şey; garip.
ahkâm:
emirler, hükümler,
buyruklar.
âlem:
dünya, cihan.
cemaat:
bir imama uyup na-
maz kılan Müslümanlar toplu-
luğu.
cemaat-i Müslimîn:
Müslü-
man topluluğu, Müslüman ce-
maati.
cilve-i kudret-i Rabbaniye:
Rabbanî kudret ve iradenin
yansıması, görünmesi.
cünud:
askerler.
dahil olmak:
katılmak.
düstur:
kanun, kural, esas.
emir:
buyruk.
esir:
tutsak.
fikr-i tabiat:
her şeyi tabiat
yapıyor fikri, düşüncesi.
gayet:
son derece, çok.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hikmet:
kâinattaki ve yaratı-
lıştaki İlâhî gaye, fayda.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
icat:
yaratıcılık, yaratma.
ikame etme:
yerine koyma.
ilim:
bilgi.
inkâr:
kabul ve tasdik etme-
me, inanmama.
kadîr:
kudret sahibi olan ve
her şeye gücü yeten.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
kanun:
yasa, kural.
kavanin-i itibariye:
görünme-
yen, varlığı neticelerinden an-
laşılan kanunlar.
kelâm:
Allah’ın konuşma sıfâ-
tı, özelliği.