Acaba hiçbir cihette imkân ve ihtimal var mı ki, o şi-
şelerden alınan muhtelif miktarlar, şişelerin garip bir te-
sadüf veya fırtınalı bir havanın çarpmasıyla devrilmesin-
den, her birisinden alınan miktar kadar, yalnız o miktar
aksın, beraber gitsinler ve toplanıp o macunu teşkil et-
sinler? Acaba bundan daha hurafe, muhal, batıl bir şey
var mı? eşek muzaaf bir eşekliğe girse, sonra insan olsa,
“Bu fikri kabul etmem” diye kaçacaktır.
İşte bu misal gibi, her bir zîhayat, elbette zîhayat bir
macundur. Ve her bir nebat, hayattar bir tiryak gibidir
ki, çok müteaddit eczalardan, çok muhtelif maddeler-
den, gayet hassas bir ölçüyle alınan maddelerden terkip
edilmiştir. eğer esbaba, anasıra isnat edilse ve “esbap
icat etti” denilse, aynen eczahanedeki macunun, şişele-
rin devrilmesinden vücut bulması gibi, yüz derece akıl-
dan uzak, muhal ve batıldır.
elhâsıl, şu eczahane-i kübra-i âlemde, Hakîm-i ezelî’-
nin mizan-ı kaza ve kaderiyle alınan mevadd-ı hayatiye,
hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve her şeye şamil
bir irade ile vücut bulabilir. “kör, sağır, hudutsuz, sel gi-
bi akan küllî anasır ve tabâyi ve esbabın işidir” diyen bed-
baht, “o tiryak-ı acip, kendi kendine, şişelerin devrilme-
sinden çıkıp olmuştur” diyen divane bir hezeyancı, sar-
hoş bulunan bir ahmaktan daha ziyade ahmaktır. evet,
o küfür ahmakane, sarhoşâne, divanece bir hezeyandır.
ahmak:
pek akılsız, sersem, buda-
la.
ahmakane:
ahmakçasına, akılsız-
ca.
anasır:
unsurlar, elementler.
batıl:
boş, beyhude, manasız olan,
gerçeğe uymayan.
batıl:
boş, yalan, geçersiz.
bedbaht:
zavallı.
cihet:
yön.
divane:
deli, akılsız.
divanece:
deliler gibi, delice.
ecza:
eczacılıkta, ilâç yapmada
kullanılan çeşitli maddeler.
eczahane-i kübra-i âlem:
kâina-
tın (evrenin) büyük eczahanesi.
elhâsıl:
özetle, sonuç olarak.
esbap:
nedenler, sebepler.
gayet:
son derece, çok.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hakîm-i Ezelî:
her işini hikmetle
yapan ve varlığının başlangıcı ol-
mayan zamanla sınırlı olmayan Al-
lah.
hassas:
incelikli, yapımı ve bakımı
özen isteyen.
hayattar:
canlı, yaşayan.
hezeyan:
saçma, anlamsız konuş-
ma.
hikmet:
kâinattaki ve yaratılıştaki
İlâhî gaye, fayda, manevî hakikat.
hudut:
sınırlar.
hurafe:
uydurma, düzme, dine ve
akla aykırı.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme, yaratma.
ihtimal:
mümkün, olabilirlik.
ilim:
ilim; bilgi.
imkân:
mümkün olma, olabilirlik.
irade:
dileme, isteme, tercih
etme.
isnat:
dayandırma.
küfür:
Allah’ın varlığına, birliği-
ne inanmama, imansızlık, din-
sizlik.
macun:
hamur, karışım hâlin-
deki ilâç.
mevadd-ı hayatiye:
hayat,
yaşamak için gerekli olan
maddeler.
miktar:
ölçü.
misal:
örnek, temsil.
mizan-ı kaza ve kader:
kaza
ve kader terazisi, kaderde ola-
nın tam da olması gerektiği gi-
bi gerçekleşmesi ölçüsü.
muhal:
imkânsız, olması
mümkün olmayan.
muhtelif:
çeşitli.
muzaaf:
kat kat.
müteaddit:
adetli, bir çok.
nebat:
bitki.
nihayetsiz:
sonsuz.
sarhoşâne:
sarhoşçasına.
şamil:
şümulü bulunan, kapla-
yan, içeren.
tabâyi:
tabiattaki temel un-
surlar, özellikler.
terkip:
birkaç şeyin birleşerek
meydana getirdikleri yeni şey,
sentez.
tesadüf:
rastlantı.
teşkil etmek:
şekillendirmek,
meydana getirmek, oluşmak.
tiryak:
ilâç.
tiryak-ı acip:
acayip, şaşırtıcı,
hayret verici ilâç.
vücut:
var olma, varlık.
zîhayat:
hayat sahibi.
ziyade:
çok, fazla.
TaBiaT risalesi / 23. lem’a
| 248 |
ü
çüncü
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA