Asâ-yı Mûsa - page 231

sonra, o müddei gider, zeminin yüzüne serilen genifl
haliçeye ve zemine giydirilen gayet müzeyyen ve münak-
kafl gömle€e esbap nam›na ve tabiat lisan›yla ve felsefe
diliyle der ki: “sende tasarruf edebilirim ve sana malikim
veya sende hissem var” diye dava eder.
o vakit, o gömlek,
(HaşİYe)
o haliçe, hak ve hakikat na-
mına, lisan-ı hikmetle o müddeiye der ki:
“eğer seneler, karnlar adedince yere giydirilip, sonra
intizam ile çıkarılıp geçmiş zamanın ipine asılan ve yeni-
den giydirilecek ve kemal-i intizam ile kader dairesinde
programları ve biçimleri çizilen ve tayin olunan ve gele-
cek zamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli,
ayrı ayrı nakışları bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri
dokuyacak, icat edecek kudret ve sanat sende varsa,
hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar, belki ezelden
ebede kadar ulaşacak hikmetli, kudretli iki manevî elin
varsa ve bütün atkılarımdaki bütün fertleri icat edecek
kemal-i intizam ve hikmetle tamir ve tecdit edecek sen-
de bir iktidar ve hikmet varsa, hem bizim modelimiz ve
bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan küre-i ar-
zı elinde tutup mucit olabilirsen, bana rububiyet dava et.
Yoksa, haydi dışarıya! Bu yerde yer bulamazsın.
“Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i
ehadiyet vardır ki, bütün kâinat kabza-i tasarrufunda
AsA-yı MûsA
i
kinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 231 |
32. sÖZ / BirinCi mevkIf
sı.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar.
karn:
yüzyıl, asır.
kemal-i hikmet:
tam ve eksiksiz
hikmet, fayda, gaye.
kemal-i intizam:
tam ve eksiksiz
düzen.
kudret:
kuvvet, iktidar.
küre-i arzı:.
lisan:
dil.
lisan-ı hikmet:
yaratılış gayesine
uygun bir dil ile.
malik:
sahip.
manevî:
maddî olmayan.
mucit:
icat eden, meydana geti-
ren, yaratan.
muhtelif:
çeşitli, farklı.
müddei:
iddia sahibi, davacı.
münakkaş:
nakışlı, işlemeli.
müzeyyen:
ziynetlendirilmiş, süs-
lenmiş.
nakış:
süs.
namına:
adına.
nessaç:
dokumacı, dokuyan.
peçe:
yüz örtüsü.
rububiyet:
rablık; Allah’ın her bir
varlığa muhtaç olduğu şeyleri ver-
mesi, onları terbiye edip idare ve
hâkimiyeti altında bulundurması.
sikke-i vahdet:
birlik mührü, eti-
keti.
tabiat:
maddî âlem.
tasarruf:
kullanma, kullanım hak-
kı.
tayin:
belirlemek, belirli kılma.
tebeddül:
başkalaşma, başka şe-
kil alma.
tecdit:
yenilenme.
turra-i ehadiyet:
ehadiyet turrası,
tek ve bir oluş mührü; Allah’ın her
bir eserindeki birlik yansıması, her
bir şeye bir çok isimlerinin görü-
nüp belirmesi, her varlıkla bire bir
ilgilenmesi gerçeği.
vakit:
zaman.
zemin:
yeryüzü.
adedince:
sayısınca.
cilve-i esma:
Allah’ın isimleri-
nin tecellisi, görünmesi.
çarşaf:
kadınların üzerlerine
aldığı geniş örtü.
daire:
saha, alan.
dava:
söz konusu olan, iddia
edilen.
ebed:
sonsuzluk.
esbap:
sebepler.
ezel:
başlangıcı olmama, ön-
cesizlik.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
fert:
kişi.
gayet:
çok, son derece.
hak:
doğru.
hakikat:
gerçek.
haliçe:
ince dokunmuş küçük
halı.
harab-ı arz:
dünyanın yıkılışı.
haşiye:
dipnot.
hikmet:
her şeyin belirli gaye-
lere yönelik olarak, manalı,
faydalı ve tam yerli yerinde ol-
ması.
hilkat-i arz:
dünyanın yaratıl-
ması.
hisse:
pay.
icat:
meydana getirme, yap-
ma.
ihtizaz:
harekete geçme, titre-
me.
iktidar:
güç yetme, kuvvet.
intizam:
düzgün olma.
kabza-i tasarruf: her türlü
kullanım ve istifade etme
hakkına sahip oluş.
kader:
Cenab-ı hakkın meyda-
na gelecek hâdiseleri olmadan
önce takdir etmesi, plânlama-
HaşİYe:
Fakat şu haliçe hem hayattardır, hem intizamlı bir ihtizazdadır.
Her vakit, nakışları kemal-i hikmet ve intizam ile tebeddül eder; tâ ki,
nessacının muhtelif cilve-i esmasını ayrı ayrı göstersin.
1...,221,222,223,224,225,226,227,228,229,230 232,233,234,235,236,237,238,239,240,241,...570
Powered by FlippingBook