“öyle ise sen kendi kendine malik ol. neden başkası-
nın hesabına çalışmasını söylüyorsun?”
zerre ona cevaben der:
“eğer güneş gibi bir dimağım ve ziyası gibi ihatalı bir
ilmim ve harareti gibi şümullü bir kudretim ve ziyasında-
ki yedi renk gibi muhit duygularım ve gezdiğim her yere
ve işlediğim her mevcuda müteveccih birer yüzüm ve ba-
kar birer gözüm ve geçer birer sözüm bulunsa idi, belki
senin gibi ahmaklık edip, kendi kendime malik olduğu-
mu dava ederdim. Haydi defol git, sen benden iş bula-
mazsın!”
İşte, şeriklerin vekili, zerreden me’yus olunca, kürey-
vat-ı hamradan iş bulacağım diye, kandaki bir küreyvat-ı
hamraya rast gelir. ona esbap namına ve tabiat ve felse-
fe lisanıyla der ki: “Ben sana rab ve malikim.”
o küreyvat-ı hamra, yani yuvarlak kırmızı mevcut, ona
hakikat lisanıyla ve hikmet-i İlâhiye dili ile der: “Ben yal-
nız değilim. eğer sikkemiz ve memuriyetimiz ve
nizamatımız bir olan kan ordusundaki bütün emsalime
malik olabilirsen; hem, gezdiğimiz ve kemal-i hikmetle is-
tihdam olunduğumuz bütün hüceyrat-ı bedene malik
olacak bir dakik hikmet ve azîm kudret sende varsa, gös-
ter ve gösterebilirsen, belki senin davanda bir mana
bulunabilir. Hâlbuki, senin gibi sersem ve senin elindeki
sağır tabiat ve kör kuvvetle, değil malik olmak, belki zer-
re miktar karışamazsın. Çünkü, bizdeki intizam o kadar
mükemmeldir ki, ancak her şeyi görür ve işitir ve bilir ve
yapar bir zat bize hükmedebilir. öyle ise sus! Vazifem o
AsA-yı MûsA
i
kinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 225 |
32. sÖZ / BirinCi mevkIf
namına:
adına.
nizamat:
nizamlar, kanunlar.
ordu:.
rab:
yaratan, terbiye eden, idare
eden.
sersem:
aptal, dengesiz.
sikke:
mühür, damga.
şerik:
ortak.
şümul:
içine alma, kaplama.
tabiat:
maddî âlem.
vazife:
görev.
vekil:
başkasının yerine ve adına
hareket eden, konuşan, bakan.
Zat:
azamet ve ululuk sahibi Allah.
zerre:
maddenin en küçük parça-
sı.
ziya:
ışık.
ahmak:
budala.
azîm:
büyük, yüce.
dava:
söz konusu olan, iddia
edilen.
dimağ:
akıl, şuur.
emsal:
örnekler, benzer.
esbap:
sebepler.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
hakikat:
gerçek.
hararet:
ateşlilik, coşkunluk.
hikmet:
her şeyin belirli gaye-
lere yönelik olarak, manalı,
faydalı ve tam yerli yerinde ol-
ması.
hikmet-i İlâhiye:
Allah’ın hik-
meti, dileği, gayeleri.
hüceyrat-ı beden:
beden hüc-
releri.
hükmetme:
değer, emir yeri-
ne geçme.
ihata:
kuşatma.
ilim:
bilgi, marifet.
intizam:
düzgün olma.
istihdam:
hizmet ettirme, ça-
lıştırma.
kemal-i hikmet:
mükemmel
hikmet ve gaye.
kudret:
kuvvet, iktidar.
kudret:
kuvvet, iktidar.
küreyvat-ı hamra:
kandaki
alyuvarlar.
lisan:
dil.
malik:
sahip.
memuriyet:
emredileni yap-
ma, görev yerine getirme.
mevcut:
var olan.
me’yus:
ümitsiz.
muhit:
kuşatan.
mükemmel:
kusursuz.
müteveccih:
yönelik.