kadar mühim ve intizam o kadar mükemmeldir ki, senin
ile, senin böyle karma karışık sözlerine cevap vermeye
vaktim yok” der, onu tart eder.
sonra, onu kandıramadığı için, o müddei gider, be-
dendeki hüceyre tabir ettikleri menzilciğe rast gelir. Fel-
sefe ve tabiat lisanıyla der: “zerreye ve küreyvat-ı ham-
raya söz anlattıramadım. Belki sen sözümü anlarsın.
Çünkü, sen, gayet küçük bir menzil gibi, birkaç şeyden
yapılmışsın. öyle ise ben seni yapabilirim. sen benim
masnuum; ve ben sana hakikî malikim” der.
o hüceyre ona cevaben, hikmet ve hakikat lisanıyla
der ki: “Ben, çendan küçücük bir şeyim, fakat pek bü-
yük vazifelerim, pek ince münasebetlerim ve bedenin
bütün hüceyratına ve hey’et-i mecmuasına bağlı alâkala-
rım var. ezcümle, evride ve şerayin damarlarına ve has-
sase ve muharrike asaplarına ve cazibe, dafia, müvellide,
musavvire gibi kuvvelere karşı derin ve mükemmel vazi-
felerim var. eğer bütün bedeni, bütün damar ve asap ve
kuvveleri teşkil ve tanzim ve istihdam edecek bir kudret
ve ilim sende varsa ve benim emsalim ve sanatça ve key-
fiyetçe birbirimizin kardeşi olan bütün hüceyrat-ı bedeni-
yeye tasarruf edecek nafiz bir kudret, şamil bir hikmet
sende varsa, göster; sonra, “Ben seni yapabilirim” diye
dava et. Yoksa, haydi git! küreyvat-ı hamra bana erzak
getiriyorlar; küreyvat-ı beyza da bana hücum eden has-
talıklara mukabele ediyorlar. İşim var, beni meşgul etme.
“Hem, senin gibi âciz, camit, sağır, kör bir şey bize
hiçbir cihetle karışamaz. Çünkü, bizde o derece ince ve
âciz:
zayıf, güçsüz.
alâka:
ilgi, bağ.
asap:
sinirler.
beden:
vücut.
beden§:
vücut.
camit:
ruhsuz, cansız.
cazibe:
çekim.
cihet:
yön, sebep.
çendan:
gerçi.
dafia:
itici, def edici.
emsal:
örnekler, benzer.
erzak:
yiyecek, azıklar.
evride:
toplardamarlar.
Ezcümle:
bu cümleden olarak.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hassase:
hissedici duyu.
hey’et-i mecmua:
bütünün gös-
terdiği hâl ve manzara.
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik olarak, manalı, faydalı ve
tam yerli yerinde olması.
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik olarak, manalı, faydalı ve
tam yerli yerinde olması.
hüceyrat:
hücreler.
hüceyrat-ı beden:
beden hüc-
releri.
hüceyre:
hücrecik.
ilim:
bilgi, marifet.
intizam:
düzgün olma.
istihdam:
hizmet ettirme, ça-
lıştırma.
keyfiyet:
nitelik, özellik.
kudret:
kuvvet, iktidar.
kuvve:
güç, yetki, yetenek.
küreyvat-ı beyza:
akyuvarlar.
Küreyvat-ı hamra:
kandaki
alyuvarlar.
lisan:
dil.
masnu:
sanatla yapılmış.
menzil:
yer, konaklama yeri.
muharrike:
harekete geçirici.
mukabele:
karşılık verme.
musavvire:
şekil ve suret ve-
ren.
müddei:
iddia sahibi, davacı.
mühim:
önemli.
mükemmel:
kusursuz.
mülk:
sahip olunan, üzerinde
tasarruf hakkı bulunan şey.
münasebet:
yakınlık, ilişki.
müvellide:
meydana getiren.
nafiz:
nüfuzlu, tesirli.
şamil:
içine alan, kaplayan.
şerayin:
atardamarlar.
tabiat:
maddî âlem.
tanzim:
düzenleme.
tart:
kovmak, uzaklaştırma.
tasarruf:
kullanma, kullanım
hakkı.
teşkil:
meydana getirme, şe-
killendirme.
vakit:
zaman.
vazife:
görev.
zerre:
maddenin en küçük
parçası.
BirinCi mevkIf / 32. sÖZ
| 226 |
i
kinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA