nazik ve mükemmel bir intizam
(HaşİYe)
var ki; eğer bize
hükmeden bir Hakîm-i Mutlak ve kadîr-i Mutlak ve
Alîm-i Mutlak olmazsa, intizamımız bozulur, nizamımız
karışır.”
sonra o müddei onda da me’yus oldu. Bir insanın be-
denine rast gelir. Yine kör tabiat ve serseri felsefe lisanı
ile tabiiyyunun dedikleri gibi, der ki: “sen benimsin, se-
ni yapan benim. Veya sende hissem var.”
Cevaben, o beden-i insanî, hakikat ve hikmet diliyle
ve intizamının lisan-ı hâliyle der ki:
AsA-yı MûsA
i
kinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 227 |
32. sÖZ / BirinCi mevkIf
medar:
sebep, vesile.
Mevlevî:
Mevlevîlik tarikatına
mensup kimse.
muallâk:
asılı, asılmış.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, dü-
zenli ve düzgün biçimde.
müddei:
iddia sahibi, davacı.
mükemmel:
kusursuz.
müvellidülhumuza:.
nam:
ad, isim, lakap.
nazik:
narin, ince.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak.
nizam:
düzen, tertip.
safî:
saf olan, katışıksız, duru.
sâni-i Hakîm:
hikmet sahibi olan,
her şeyi sanatla ve hikmetle yara-
tan Allah.
şerayin:.
tabiat:
maddî âlem.
tabiiyyun:
tabiata tapanlar, tabi-
atperestler.
tahribat:
bozma, yıkma.
tasfiye:
saflaştırma, saf kılma, arıt-
ma.
unsur:
madde, esas, kök.
Vazife:
görev.
vazife-i umumiye:
genel umumî
iş. görev.
vaziyet-i acip:
acayip vaziyet, du-
rum.
zerre:
maddenin en küçük parça-
sı, molekül, atom.
Alîm-i Mutlak:
sonsuz ve sı-
nırsız ilim sahibi Allah.
beden-i insan:
insan bedeni.
Cevaben:
cevap olarak.
enkaz:
bir şeyin yıkılması neti-
cesinde ortaya çıkan kalıntı,
moloz.
erzak:
yiyecek, içecek; yenile-
cek, içilecek şeyler, azıklar.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
hakikat:
gerçek.
Hakîm-i Mutlak:
sonsuz hik-
met sahibi ve her şeyi gayeli
ve faydalı yaratan Allah.
halk:
yaratma, yaratış.
hararet:
sıcaklık.
haşiye:
dipnot.
hikmet:
her şeyin belirli gaye-
lere yönelik olarak, manalı,
faydalı ve tam yerli yerinde ol-
ması.
hisse:
pay.
hüceyrat:
hücreler.
hüceyre:
hücre.
hükmeden:
emri altında bu-
lunduran.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
inkılâp:
bir halden başka bir
hale geçme, değişme, dönüş-
me.
intizam:
düzgün olma.
Kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt
ve şarta tâbi olmaksızın her
şeye gücü yeten Allah.
küreyvat-ı beyza:
akyuvarlar.
küreyvat-ı hamra:
alyuvarlar.
lisan:
dil.
lisan-ı hâl:
hâl dili.
me’yus:
ümitsiz.
HaşİYe:
sâni-i Hakîm beden-i insanı gayet muntazam bir şehir hük-
münde halk etmiştir. damarların bir kısmı, telgraf ve telefon vazifesini
görür; bir kısmı da, çeşmelerin boruları hükmünde, âb-ı hayat olan ka-
nın cevelânına medardırlar.
kan ise, içinde iki kısım küreyvat halk edilmiş. Bir kısmı küreyvat-ı
hamra tabir edilir ki, bedenin hüceyrelerine erzak dağıtıyor ve bir ka-
nun-i İlâhî ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor –tüccar ve erzak memurları
gibi. diğer kısmı küreyvat-ı beyzadırlar ki, ötekilere nispeten ekalliyet-
tedirler. Vazifeleri, hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır
ki, ne vakit müdafaaya girseler, Mevlevî gibi iki hareket-i devriye ile,
sür’atli bir vaziyet-i acibe alırlar.
kanın hey’et-i mecmuası ise, iki vazife-i umumiyesi var. Biri beden-
deki hüceyratın tahribatını tamir etmek; diğeri hüceyratın enkazlarını
toplayıp, bedeni temizlemektir. evride ve şerayin namında iki kısım da-
marlar var ki; biri safî kanı getirir, dağıtır, safî kanın mecralarıdır. diğer
kısmı, enkazı toplayan bulanık kanın mecrasıdır ki, şu ikinci ise, kanı,
“ree” denilen nefesin geldiği yere getirirler.
sâni-i Hakîm, havada iki unsur halk etmiştir: biri azot, biri müvellidülhu-
muza. Müvellidülhumuza ise, nefes içinde kana temas ettiği vakit, kanı
telvis eden karbon unsur-i kesifini kehribar gibi kendine çeker. İkisi
imtizaç eder, buharî hamız-ı karbon denilen (semli havaî) bir maddeye in-
kılâp ettirir; hem hararet-i gariziyeyi temin eder, hem kanı tasfiye eder.
Çünkü, sâni-i Hakîm, fenn-i kimyada aşk-ı kimyevî tabir edilen bir
Ê