heyet-i mecmuamızda sükûnet içinde bir sükût ve hikmet
içinde bir hareket ve haşmet içinde bir ziynet ve intizam
içinde bir hüsnühilkat ve mevzuniyet içinde bir kemal-i
sanat bulunduğundan, sâni-i zülcelâl’imizi, nihayetsiz
diller ile vahdetini, ehadiyetini, samediyetini ve evsaf-ı
cemal ve celâl ve kemalini bütün kâinata ilân ettiğimiz
hâlde, bizim gibi nihayet derecede safî, temiz, mutî, mu-
sahhar hizmetkârları karma karışıklık ve intizamsızlık ve
vazifesizlik, hatta sahipsizlikle ittiham ettiğinden tokada
müstahaksın” der. o müddeinin yüzüne, recm-i şeytan
gibi, bir yıldız öyle bir tokat vurur ki, yıldızlardan tâ
cehennemin dibine onu atar. Ve beraberinde olan tabi-
atı
(HaşİYe)
evham derelerine ve tesadüfü adem kuyusuna
ve şerikleri imtina ve muhaliyet zulümatına ve din aley-
hindeki felsefeyi esfel-i safilînin dibine atar. Bütün yıldız-
larla beraber, o yıldız,
(1)
@ Én
Jn
ó°n
ùn
Øn
d *G s
’p
G l
án
¡p
d'
G BÉn
ªp
¡«/
a n
¿Én
c r
ƒn
d
ferman-ı kudsîsini okuyorlar. Ve “sinek kanadından tut,
tâ semavat kandillerine kadar, bir sinek kanadı kadar şe-
rike yer yoktur ki, parmak karıştırsın” diye ilân ederler.
(2)
o
º«/
µ n
`?r
G o
º«/
?n
©r
dG n
âr
fn
G n
?s
f p
G BÉ '
æn
àr
ªs
?n
Y É'
e s
’ p
G BÉ '
æn
d n
ºr
? p
Y n
’ n
?n
fÉn
ër
Ñ
°o
S
HaşİYe:
Fakat, sukuttan sonra, tabiat tevbe etti; hakikî vazifesi tesir ve
fiil olmadığını, belki kabul ve infial olduğunu anladı. Ve kendisi kader-i
İlâhînin bir nevi defteri –fakat, tebeddül ve tagayyüre kabil bir defteri–
ve kudret-i rabbaniyenin bir nevi programı ve kadîr-i zülcelâl’in bir ne-
vi fıtrî şeriatı ve bir nevi mecmua-i kavanini olduğunu bildi. kemal-i acz
ve inkıyat ile vazife-i ubudiyetini takındı ve fıtrat-ı İlâhiye ve sanat-ı rab-
baniye ismini aldı.
adem:
yokluk.
aleyh:
karşı.
celâl:
büyüklük, ululuk, azamet.
derece: seviye, basamak, düzey.
ehadiyet:
Allah’ın her bir şeyde
birliğinin tecelli etmesi.
esfel-i safilîn:
Cehennemin en
aşağı tabakası.
evham:
vehimler, zanlar.
evsaf-ı cemal: güzellik sıfatları,
özellikleri.
felsefe:
madde ve hayatı başlan-
gıç ve gaye bakımından inceleyen
ilim.
ferman-ı kudsîsi: İlâhî bildiri.
Haşiye:
dipnot.
haşmet:
ihtişam, heybet, görkem.
heyet-i mecmua: Bir şeyin tefer-
ruatına bakılmaksızın bütünü-
nün gösterdiği hal ve manzara.
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik olarak, manalı, faydalı ve
tam yerli yerinde olması.
hizmetkâr:
hizmetçi.
hüsnühilkat:
yaratılıştaki güzellik.
ilân: duyuru, bildiri; duyurma,
bildirme.
imtina:
kaçınma, çekinme.
intizam:
düzgün olma.
ittiham:
suç altında bulunma.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar.
kandil:
aydınlatma kabı.
kemal:
tamlık; kusursuz, mükem-
mellik.
kemal-i sanat:
sanattaki mükem-
mellik.
mevzuniyet:
mevzunluk, düzenli.
muhaliyet:
imkânsızlık.
musahhar:
emir altına giren.
mutî:
itaat eden.
müddei:
iddia sahibi, davacı.
müstahak:
hak etmiş.
nihayet:
son.
nihayetsiz:
sonsuz.
recm-i şeytan:
şeytan taşla-
ma.
safî:
temiz.
samediyet:
her şeyin Allah’a
muhtaç olması, Allah’ın hiç bir
şeye muhtaç olmaması.
sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi ve her şeyi sanatlı
yaratan Allah.
semavat:
semalar, gökler.
sukut:
düşüş, alçalış.
sükûnet:
durgunluk.
sükût:
susma.
şerik:
ortak.
tabiat:
maddî âlem.
tesadüf:
rastlantı.
vahdet:
Allah’ın birliği.
vazife:
görev.
ziynet:
süs.
zulümat:
karanlıklar.
BirinCi mevkIf / 32. sÖZ
| 236 |
i
kinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA
1.
Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olup giderdi. (Enbiya:
22.)
2.
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen
her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Suresi: 32.)