p
?j /
ô°r
üs
àdG p
?r
©p
Øp
Hn
h m
án
ªr
µp
Mn
h m
QÉn
«p
àr
Np
Ép
H p
ôj /
hr
ós
àdGn
h p
Ò/
Hr
ó s
àdGn
h p
ôj /
ƒ°r
ü s
àdGn
h
p
?Én
ªn
µp
Hn
h m
án
ªr
Mn
Qn
h m
ór
°ün
?p
H p
án
°TÉn
Yp
’r
Gn
h p
In
QGn
Op
’r
Gn
h p
án
¶n
aÉn
ëo
Ÿr
Gn
h p
º«/
¶r
æ`s
àdGn
h
n
óp
¡n
°T{ p
QGn
ôr
°Sn
G p
án
?«/
?n
M p
án
WÉn
Mp
G p
án
ªn
¶n
Y p
In
OÉn
¡n
°ûp
Hn
h p
án
fn
RGn
ƒo
Ÿr
Gn
h p
?Én
¶p
àr
fp
’r
G
p
§°r
ùp
?r
dÉp
H Ék
ªp
FBÉn
b p
º?p
©r
dG Gƒo
dho
G n
h o
án
µp'
Ä = ?n
Ÿr
G n
h n
ƒo
g s
’p
G n
¬'
dp
G n
B’ o
¬s
`fn
G *G
(1)
@ z o
º«/
µn
?r
G o
õj/
õn
©dr
G n
ƒo
g s
’p
G n
¬'
dp
G n
B’
denilmiştir.
[Bu
Ayetü’l-Kübra’
nın 33 mertebeden müte-
şekkil tamamı, harikulâde Mukaddemesi ile bir-
likte, müstakil olarak neşredilmiştir. Buraya kıs-
men konulmuştur.]
®
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
azamet:
büyüklük, yücelik.
cereyan:
akış, akıntı, akım.
delâlet:
delil olma, gösterme.
ef’al:
fiiller, işler.
faaliyet-i müstevliye:
her tarafa
yayılan, istilâ eden faaliyet.
halk:
yaratma, yaratış.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek bilgi.
iaşe:
geçindirme, besleme, yaşat-
ma.
ibda:
örneksiz olarak, eşsiz şekilde
yaratma.
icat:
vücuda getirme, var etme.
icma:
fikir birliği etme, görüş birli-
ğine varma.
idare:
bir işi yürütme, çekip çevir-
me.
ihtiyar:
seçme, tercih etme.
ilâh:
kendisine ibadet edinilen ta-
pınılan Mabud, Allah.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için olan
iktidar, güç.
ittifak:
birleşme, fikir birliği etme.
kemal-i intizam:
intizamın mü-
kemmelliği, tam ve eksiksiz dü-
zen.
kudsî:
mukaddes, yüce.
mahsus:
bir şeye has olan.
muhafaza:
koruma.
muhit:
ihata eden, kuşatıcı.
muvazene:
denge.
rahmet:
lütuf, nimet, faydalı yağ-
mur için söylenir.
sun':
yapış, yapma.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şuunat:
işler.
tahakkuk:
gerçekleşme, delil ile
ispat edilme, kesinleşme.
takdir:
beğenme, beğendiğini bil-
dirme.
tanzim:
düzenleme, tertipleme.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup ida-
re etme, mülkünü istediği gibi kul-
lanma.
tasrif:
istediği şekilde idare etme.
tasvir:
bir şeyi yazıyla veya başka
ifade tarzlarıyla anlatma.
tazammun:
ihtiva etme, içine al-
ma, içinde bulundurma.
tebarüz-i ulûhiyet:
ulûhiyetin gö-
rünmesi, belli olması; Cenab-ı Hak-
kın ilâh olduğuna delâlet eden kâ-
inat ve mahlûkat üzerinde görü-
nen faaliyetler.
tecelli:
belirme, bilinme, görünme.
tedvir:
çekip çevirme, idare etme.
tezahür-i rububiyet:
Cenab-ı Hak-
kın terbiye, tedbir ve idare edicili-
ğinin ortaya çıkması, görünmesi.
vahdet:
birlik ve teklik.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli ol-
mak, olmaması imkansız olmak,
varlığı zarurî ve vacip olmak.
ayeTÜ’l-kÜBra / 7. Şua
| 220 |
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA
1.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O öyle bir Vacibü’l-Vücud ve Vahidü'l-Ehad’dir ki, bütün
güzel isimler Onun, en âlî sıfatlar ve en yüce vasıflar Ona mahsustur. Bir irade ve kudretle
gerçekleşen icat ve halk ve sun’ ve ibda fiillerini, bir ihtiyar ve hikmetle tahakkuk eden
takdir ve tasvir ve tedbir ve tedvir fiillerini, bir kasıt ve rahmet ve kemal-i intizam ve mu-
vazeneyle cereyan eden tasrif ve tanzim ve muhafaza ve idare ve iaşe fiillerini tazammun
eden faaliyet-i müstevliyenin devamı içinde görünen tezahur-i rububiyet ve onun içinde
görünen tebarüz-i ulûhiyet hakikatinin azametinin şahadetiyle; ve “Bütün kâinatı adaletle
tedbir ve idare etmekte olan Allah, Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh bulunmadığını
apaçık delillerle bildirdi. Buna melekler ve ilim sahipleri de şahitlik ettiler. Ondan başka ilâh
yoktur; Onun kudreti her şeye galiptir ve Onun her işi hikmet iledir. (Âl-i İmran Suresi: 18.)”
mealindeki ayet-i kerîmenin hakikat-i esrarının azamet-i ihatasının şahadetiyle; bütün
kudsî ve muhit sıfatlarının ve kâinatta tecelli eden bütün Esma-i Hüsnasının icmaı ve kâ-
inatta tasarruf eden bütün şuunat ve ef’alinin ittifakı, Onun vahdet içindeki vücub-i vücu-
duna delâlet eder.