ihtimaller içinde şekilsiz ve mütereddit bulunan o mas-
nua o has ve muvafık maslahatlı sıfatları yerleştirmek;
hem, hadsiz yollar ve tarzlarda bulunması mümkün ol-
ması noktasında hadsiz imkânat ve ihtimalât içinde mü-
tehayyir, sergerdan, hedefsiz o mahlûka, o hikmetli key-
fiyetleri ve inayetli cihazları takmak ve teçhiz etmek, el-
bette küllî ve cüz’î bütün mümkinat adedince ve her
mümkinin mezkûr mahiyet ve hüviyet, hey’et ve suret,
sıfat ve vaziyetinin imkânatı adedince tahsis edici, tercih
edici, tayin edici, ihdas edici bir Vacibü’l-Vücud’un vü-
cub-i vücuduna ve hadsiz kudretine ve nihayetsiz hikme-
tine; ve hiçbir şey ve hiçbir şe’n ondan gizlenmediğine
ve hiçbir şey ona ağır gelmediğine ve en büyük bir şey,
en küçük bir şey gibi ona kolay geldiğine ve bir baharı
bir ağaç kadar ve bir ağacı bir çekirdek kadar sühuletle
icat edebildiğine işaretler ve delâletler ve şahadetler, im-
kân hakikatinden çıkıp, kâinatın bu büyük şahadetinin
bir kanadını teşkil ederler.
kâinatın şahadetini, her iki kanadı ve iki hakikatiyle
risale-i nur eczaları ve bilhassa Yirmi İkinci ve otuz
İkinci sözler ve Yirminci ve otuz üçüncü Mektuplar ta-
mamıyla ispat ve izah ettiklerinden, onlara havale ede-
rek, bu pek uzun kıssayı kısa kestik.
• kâinat›n heyet-i mecmuas›ndan gelen büyük ve küllî
flahadetin ikinci kanad›n› ispat eden
İkinci Hakikat:
Bu
mütemadiyen çalkanan inkılâplar ve tahavvülâtlar içinde
vücudunu ve hizmetini ve zîhayat ise, hayatını
muhafazaya ve vazifesini yerine getirmeye çalışan
AsA-yı MûsA
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 211 |
7. Şua / ayeTÜ’l-kÜBra
masnu:
sanatla yapılmış eşya, var-
lık.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
muhafaza:
koruma.
muvafık:
uygun, münasip.
mümkin:
mümkün, olabilir olan-
lar, yaratılanlar.
mümkinat:
yaratılanlar, mümkün
olanlar, imkân dahilindekiler, ola-
bilir şeyler.
mütehayyir:
hayrete düşen, şaşı-
ran.
mütemadiyen:
sürekli olarak, de-
vamlı.
mütereddit:
tereddüt eden, karar-
sız.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sergerdan:
başı dönen, başı dön-
müş.
sühulet:
kolaylık.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şe’n:
iş.
tahavvülât:
tahavvüller, değiş-
meler.
tahsis:
has kılma, ayırma.
tarz:
biçim, şekil.
tayin:
belirleme, yerini belli etme.
teçhîz:
cihazlama, donatma.
teşkil:
vücut verme, şekillendir-
me.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî ve
zatî olan; varlığı başkasının var-
lığına bağlı değil, kendinden olup
ezelî ve ebedî olan Allah (c.c.).
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli ol-
mak, olmaması imkansız olmak,
varlığı zarurî ve vacip olmak.
vücut:
var olma, varlık.
zîhayat:
hayat sahibi.
bilhassa:
özellikle.
delâlet:
delil olma, gösterme.
ecza:
cüz’ler, parçalar, kısım-
lar.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
havale:
bir şeyi başkasının üs-
tüne bırakma.
hey'et:
şekil, biçim, yapı.
heyet-i mecmua:
bir şeyin te-
ferruatına ve cüzlerine bakıl-
maksızın bütününün göster-
diği hâl ve manzara.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek bil-
gi.
hüviyet:
benlik, kimlik.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
ihdas:
yeniden bir şey yapma,
ortaya koyma.
ihtimalât:
ihtimaller, olması
mümkün olan şeyler.
imkân:
mümkün
olma,
olabilirlik.
imkânat:
imkânları olabilir-
lilikler, olması ve olmaması ih-
timal dahilinde olanlar.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inkılâp:
bir halden başka bir
hale geçme, değişme, dönüş-
me.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir
konuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz
anlatma.
kâinat:
yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kıssa:
anlatılan olay, hikaye.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
küllî:
umumî, genel.