•
Beşincisi
: kur’ân’ın bir cenahı mazide, bir cenahı
müstakbelde, kökü ve bir kanadı eski peygamberlerin it-
tifaklı hakikatleri olduğu ve bu onları tasdik ve teyit etti-
ği ve onlar dahi tevafukun lisan-ı hâliyle bunu tasdik et-
tikleri gibi; öyle de, evliya ve asfiya gibi ondan hayat alan
semereleri ve hayattar tekemmülleriyle şecere-i mübare-
kelerinin hayattar, feyizdar ve hakikatmedar olduğuna
delâlet eden ve ikinci kanadının himayesi altında yetişen
ve yaşayan velâyetin bütün hak tarikatleri ve İslâmiyetin
bütün hakikatli ilimleri, kur’ân’ın ayn-ı hak ve mecma-ı
hakaik ve camiiyette misilsiz bir harika olduğuna şahadet
eder.
•
Altıncısı
: kur’ân’ın altı ciheti nuranîdir, sıdk ve hak-
kaniyetini gösterir. evet, altında hüccet ve bürhan
direkleri, üstünde sikke-i i’caz lem’aları, önünde ve hede-
finde saadet-i dâreyn hediyeleri, arkasında nokta-i istinadı
vahy-i semavî hakikatleri, sağında hadsiz ukul-i müstaki-
menin delillerle tasdikleri, solunda selim kalplerin ve temiz
vicdanların ciddî itminanları ve samimî incizapları ve tes-
limleri, kur’ân’ın fevkalâde harika, metin ve hücum
edilmez bir kal’a-i semaviye-i arziye olduğunu ispat ettik-
leri gibi; altı makamdan dahi, onun ayn-ı hak ve sadık
olduğuna ve beşerin kelâmı olmadığına, hem yanlış ol-
madığına imza eden, başta bu kâinatta daima güzelliği
izhar, iyiliği ve doğruluğu himaye ve sahtekârları ve müf-
terileri imha ve izale etmek âdetini bir düstur-i faaliyet
ittihaz eden bu kâinatın Mutasarrıf’ı, o kur’ân’a âlemde
en makbul, en yüksek, en hâkimâne bir makam-ı hürmet
âdet:
görenek, usul, alışkanlık.
âlem:
dünya, cihan.
asfiya:
Hz. Peygamberin (asm) vâ-
risi hükmünde, onun meslek ve
gayelerini hayata geçirmeye çalı-
şan âlim zatlar.
ayn-ı hak:
hakkın, gerçeğin tâ
kendisi.
beşer:
insanlık.
bürhan:
bir şeyi ispatlamak için
kullanılan kesin delil.
camiiyet:
toplayıcı, ihtiva ve ihata
edicilik.
cenah:
kanat, taraf, kısım.
ciddî:
gerçek, hakikat.
cihet:
yan, yön, taraf.
delâlet:
delil olma, gösterme.
düstur-i faaliyet:
çalışma prensi-
bi.
evliya:
veliler, Allah dostları.
fevkalâde:
olağanüstü.
feyizdar:
feyizli, bol, bereketli.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikatmedar:
hakikat ekseni.
hâkimâne:
hükmedercesine.
hakkaniyet:
hak ve adâlete uy-
gunluk.
hayattar:
canlı, yaşayan.
himaye:
koruma, muhafaza etme.
hüccet:
delil.
imha:
ortadan kaldırma, mahvet-
me.
incizap:
cezp edilme, kapılma.
İslâmiyet:
Müslümanlık.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
itminan:
inanma, güvenme, te-
reddütsüz kabul etme.
ittihaz:
edinme, alma.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
izhar:
ortaya koyma, açığa çıkar-
ma, gösterme.
kal’a-i semaviye-i arziye:
göklere
yükselen dağlar.
kelâm:
söz, konuşma, nutuk.
lem’a:
parıltı.
lisan-ı hâl:
bir şeyin duruşu ve gö-
rünüşü ile bir mana ifade etmesi.
makam:
yer, durak.
makam-ı hürmet:
hürmet, saygı
makamı.
makbul:
geçerli, muteber.
mazi:
geçmiş zaman.
mecma-ı hakaik:
hakikatlerin,
gerçeklerin toplandığı yer.
metin:
sağlam ve dayanıklı.
misil:
benzer, eş.
Mutasarrıf:
tasarruf sahibi olan,
her şeyin sahibi olan, mâlik. Allah.
müfteri:
iftira atan, iftiracı.
müstakbel:
gelecek zaman.
nokta-i istinat:
dayanak noktası,
güvenme ve itimat noktası.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak.
peygamber:
Allah tarafından ha-
ber getirerek İlahî emir ve ya-
sakları insanlara tebliğ eden.
saadet-i dâreyn:
iki cihan sa-
adeti, dünya ve ahiret mutlu-
luğu.
sadık:
doğru, gerçek, hakikî.
sahtekâr:
sahte şeyler yapan,
sahteci, hilekâr.
samimî:
içten, candan, gönül-
den.
selim:
kusuru, noksanı olma-
yan, sağlam, kusursuz, doğru.
semere:
meyve, güzel netice.
sıdk:
doğruluk, gerçeklik.
sikke-i i’caz:
mu’cizelik işareti,
sikkesi, damgası.
şahadet:
şahit olma, şahitlik.
şecere-i mübareke:
kutlu
ağaç; mübarek sülâle, silsile.
tarikat:
bazı İlâhî hakikatlere
varma ve Allah’a vasıl olma
yolunda farklı görüş taşıyanla-
rın meydana getirdiği toplu-
luk.
tasdik:
bir şeyin veya kimse-
nin doğruluğuna kesin olarak
hükmetme.
tekemmül:
olgunlaşma, ke-
male erme, mükemmelleşme.
teslim:
karşısındakinin hükmü
altına girme, boyun eğme.
tevafuk:
uyma, uygunluk.
teyit:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma.
ukul-i müstakime:
doğru yol-
da olan akıllar.
vahy-i semavî:
Allah tarafın-
dan melekler vasıtasıyla pey-
gambere gelen vahiy.
velâyet:
velîlik, ermişlik, Allah
dostluğu.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan ahlâkî duygu
ayeTÜ’l-kÜBra / 7. Şua
| 202 |
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA