mümkün olmadığı kat’î bürhanlarla ispat edilmiş; elbette
öyle bir Vacibü’l-Vücud’un mevcudiyeti lâzımdır ki, nazi-
ri mümteni, misli muhal ve bütün maadası mümkün ve
masivası mahlûku olacak.”
evet, hudus hakikati kâinatı istilâ etmiş, çoğunu göz
görüyor; diğer kısmını akıl görüyor. Çünkü, gözümüzün
önünde her sene güz mevsiminde öyle bir âlem vefat
eder ki, her birisinin hadsiz efradı bulunan ve her biri zî-
hayat bir kâinat hükmünde olan yüz bin nev’î nebatat ve
küçücük hayvanat o âlem ile beraber vefat ederler. Fa-
kat o kadar intizam ile bir vefattır ki, haşir ve neşirlerine
medar olan ve rahmet ve hikmetin mu’cizeleri, kudret ve
ilmin harikaları bulunan çekirdekleri ve tohumları ve yu-
murtacıkları baharda yerlerinde bırakıp, defter-i a’malle-
rini ve gördükleri vazifelerin programlarını onların elleri-
ne vererek, Hafîz-i zülcelâl’in himayesi altında hikmeti-
ne emanet eder, sonra vefat ederler. Ve bahar mevsi-
minde, haşr-i azamın yüz bin misali ve numune ve delil-
leri hükmünde olarak, o vefat eden ağaçlar ve kökler ve
bir kısım hayvancıklar, aynen ihya ve diriliyorlar. Ve bir
kısmının dahi kendi yerlerinde emsalleri ve aynen onla-
ra benzeyenleri icat ve ihya olunuyor. Ve geçen baharın
mevcudatı, işledikleri amellerin ve vazifelerin sahifelerini
ilânat gibi, neşredip,
(1)
r
än
ôp
°ûo
f o
?o
ët
°üdG Gn
Pp
Gn
h
ayetinin bir
misalini gösteriyorlar.
Hem, heyet-i mecmua cihetinde, her güzde ve her ba-
harda büyük bir âlem vefat eder ve taze bir âlem
AsA-yı MûsA
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 209 |
7. Şua / ayeTÜ’l-kÜBra
ilim:
bilme, bilgi.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
istilâ:
kaplama, yayılma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
maada:
başka, gayrı, geriye kalan.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
yaratılmış olan.
masiva:
Allah’tan başka bütün
varlıklar.
medar:
sebep, vesile.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahluklar.
misal:
benzer, örnek.
misil:
benzer.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların aciz kaldığı şey.
mümteni:
imkansız, olamaz.
nazir:
benzer, eş.
nebatat:
bitkiler.
neşir:
tekrar diriltilme.
neşretme:
dağıtma, yayma, saç-
ma.
nevi:
çeşit, tür.
numune:
örnek.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
sahife:
sayfa.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî ve
zatî olan; varlığı başkasının varlığı-
na bağlı değil, kendinden olup
ezelî ve ebedî olan Allah (c.c.).
vazife:
görev.
vefat:
ölme.
zîhayat:
hayat sahibi.
amel:
fiil, iş.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
cihet:
yön.
defter-i a’mal:
insanların işle-
diği ve yaptığı şeylerin kayde-
dildiği defter; amellerin defteri.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
efrat:
fertler.
emsal:
örnekler, benzerler.
güz:
sonbahar.
Hafîz-i Zülcelâl:
yaratıklarını
belalardan, tehlikelerden ko-
ruyan büyüklük sahibi olan Al-
lah.
harika:
olağanüstü.
haşir:
yeniden dirilip toplan-
mak, ikinci diriliş.
haşr-i azam:
kıyamet koptuk-
tan sonraki en büyük haşir,
toplanma.
hayvanat:
hayvanlar.
heyet-i mecmua:
bir şeyin te-
ferruatına ve cüzlerine bakıl-
maksızın bütününün gösterdi-
ği hâl ve manzara.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep.
himaye:
koruma, muhafaza
etme.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ihya:
diriltme, hayat verme.
ilânât:
ilânlar.
1.
Amel defterleri açıldığında... (Tekvir Suresi: 10.)