istikamet ve nur ve hayata hayat ve saadet veriyor. el-
bette böyle bir kitabın misli yoktur, harikadır, fevkalâde-
dir, mu’cizedir.
•
Üçüncü Nokta
: kur’ân, o asırdan tâ şimdiye kadar
öyle bir belâgat göstermiş ki, kâbe’nin duvarında altın ile
yazılan en meşhur ediplerin “Muallâkat-ı seb’a” namıy-
la şöhretşiar kasidelerini o dereceye indirdi ki, lebid’in
kızı babasının kasidesini kâbe’den indirirken demiş:
“Âyâta karşı bunun kıymeti kalmadı.”
Hem, bedevî bir edip,
(1)
o
ôn
erD
ƒo
J Én
ªp
H r
´n
ó°r
UÉn
a
ayeti okunur-
ken, işittiği vakit secdeye kapanmış.
ona demişler: “sen Müslüman mı oldun?”
o demiş: “Hayır, ben bu ayetin belâgatine secde et-
tim.”
Hem, ilm-i belâgatin dâhîlerinden Abdülkahir-i Cürca-
nî ve sekkakî ve zemahşerî gibi binlerle dâhî imamlar ve
mütefennin edipler icma ve ittifakla karar vermişler ki,
“kur’ân’ın belâgati, takat-i beşerin fevkindedir; yetişil-
mez.”
Hem, o zamandan beri mütemadiyen meydan-ı mu-
arazaya davet edip, mağrur ve enaniyetli ediplerin ve be-
liğlerin damarlarına dokundurup, gururlarını kıracak bir
tarzda der: “Ya bir tek surenin mislini getiriniz, veyahut
dünyada ve ahirette helâket ve zilleti kabul ediniz” diye
ilân ettiği hâlde, o asrın muannit beliğleri bir tek
AsA-yı MûsA
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 199 |
7. Şua / ayeTÜ’l-kÜBra
rin ve geniş bilgi sahibi olan âlim.
istikamet:
doğruluk, akıl, şehvet
ve gazap kuvvetlerinin vasat mer-
tebelerine sahip olmak.
ittifak:
birleşme, fikir birliği etme.
kaside:
belli bir amaçla yazılmış
divan şiiri ve bu şiirin nazım şekli.
kıymet:
değer.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
mağrur:
gururlu.
meydan-ı muaraza:
söz mücade-
lesi meydanı, biri ile yarışma mey-
danı.
misil:
benzer.
muallâkat-ı seb’a:
yedi askı;
Kur’ân nazil olmadan önce, meş-
hur Arab şairlerinin en beğenilmiş
şiirlerinden, Kâbe’nin duvarına
asılmış olanları.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
Müslüman:
İslâm dinine girmiş, İs-
lâm dininden olan, mü’min, Müs-
lim.
mütefennin:
fen bilgisi olan, fen
âlimi.
mütemadiyen:
sürekli olarak, de-
vamlı.
nam:
ad, isim, lakap.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
secde:
baş eğme, başı yere koy-
ma.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
şöhretşiar:
ünü yayılmış, şöhret
sahibi, ünlü.
takat-i beşer:
insanın gücü, takati.
tarz:
biçim, şekil, suret.
zillet:
hor ve hakir görülme, alçal-
ma
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
asr:
yüzyıl, asır.
ayat:
Kur’ân ayetleri.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bedevî:
çölde ve iptidaî tarzda
yaşayan, medenî olmayan.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı
ve tesirli ifade; sözün güzel ol-
makla beraber yerinde, hâl ve
makama uygun olması.
beliğ:
belagatla, düzgün ve sa-
natlı olarak meramını anlatan.
dâhî:
son derece zeki, anlayış-
lı, deha sahibi.
davet:
çağırma, çağrı.
edib:
güzel ve sanatlı söz söy-
leyen veya yazan, bu şekilde
eserler meydana getiren.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
fevkalâde:
olağanüstü.
fevkinde:
üstünde.
gurur:
kibir, böbürlenme.
hârika:
olağanüstü.
helâket:
yıkılma, mahvolma.
icma:
fikir birliği etme, görüş
birliğine varma.
ilân:
yayma, duyurma.
ilm-i belâgat:
belâgat ilmi.
imam:
bir ilimde sözü delil ka-
bul edilebilecek derecede de-
1.
Artık emrolunduğun şeyi çatlatırcasına açıkla. (Hicr Suresi: 94.)