Asâ-yı Mûsa - page 204

ilimlerine ait bütün hacatını ve cevaplarını kur’ân’dan is-
tihraç etmeleri, kur’ân menba-ı hak ve maden-i hakikat
olduğuna bir imzadır.
Hem, edebiyatça en ileri bulunan Arab edipleri –İslâ-
miyete girmeyenler– şimdiye kadar muarazaya pek çok
muhtaç oldukları hâlde, kur’ân’ın i’cazından yedi büyük
vechi varken, yalnız bir tek vechi olan belâgatinin, tek
bir surenin mislini getirmekten istinkâfları; ve şimdiye
kadar gelen ve muaraza ile şöhret kazanmak isteyen
meşhur beliğlerin ve dâhî âlimlerin, onun hiçbir vech-i
i’cazına karşı çıkamamaları ve âcizâne sükût etmeleri,
kur’ân mu’cize ve takat-i beşerin fevkinde olduğuna bir
imzadır.
evet, bir kelâm, “kimden gelmiş ve kime gelmiş ve ne
için?” denilmesiyle kıymeti ve ulviyeti ve belâgati tezahür
etmesi noktasından, kur’ân’ın misli olamaz ve ona yeti-
şilemez. Çünkü, kur’ân bütün âlemlerin rabbi ve
Hâlık’ının hitabı ve konuşması; ve hiçbir cihette taklidi ve
tasannuu ihsas edecek bir emare bulunmayan bir mükâ-
lemesi; ve bütün insanların, belki bütün mahlûkatın
namına mebus ve nev-i beşerin en meşhur ve namdar
muhatabı bulunan ve o muhatabın kuvvet ve vüs’at-i ima-
nı koca İslâmiyeti tereşşuh edip, sahibini kab-ı kavseyn
makamına çıkararak muhatab-ı samedâniyeye mazhari-
yetle nüzul eden; ve saadet-i dâreyne dair ve hilkat-i
kâinatın neticelerine ve ondaki rabbanî maksatlara ait
mesaili ve o muhatabın bütün hakaik-ı İslâmiyeyi taşıyan
en yüksek ve en geniş olan imanını beyan ve izah eden;
âcizâne:
âciz ve güçsüz bir şekilde.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı ve
tesirli ifade; sözün güzel olmakla
beraber yerinde, hâl ve makama
uygun olması.
beliğ:
belagatla, düzgün ve sanatlı
olarak meramını anlatan.
dair:
alakalı, ilgili.
edib:
güzel ve sanatlı söz söyleyen
veya yazan, bu şekilde eserler
meydana getiren.
fevkinde:
üstünde.
hacat:
hâcetler, ihtiyaçlar.
hakaik-ı İslâmiye:
İslâmiyetin
gerçekleri, İslâma ait hakikatler.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
hilkat-i kâinat:
kâinatın yaratılışı.
hitap:
söz söyleme, topluluğa ve-
ya birisine karşı konuşma.
i’caz:
mucizelik, insanların benze-
rini yapmaktan âciz kaldıkları şeyi
yapmak.
ihsas:
hissetirme, sezdirme.
istihraç:
bir şeyden bir şey çıkar-
ma, sonuç çıkarma, mana çıkar-
ma.
istinkâf:
kabul etmeme, reddet-
me.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir ko-
nuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz anlat-
ma.
Kab-ı Kavseyn:
iki yay mesafesi;
Hz. Muhammed’in Mirac’a çıkışıyla
vardığı son nokta; bütün yaratılan-
ları arkasına alıp Yaratanla müşer-
ref ve muhatap olduğu makam.
kıymet:
değer.
maden-i hakikat:
hakikat made-
ni, doğruların, gerçeklerin madeni,
doğruların merkezi.
mahlûkat:
Allah tarafından yaratı-
lanlar.
maksat:
gaye.
mazhariyet:
nail olma, şereflen-
me.
mebus:
Allah tarafından pey-
gamber olarak gönderilmiş
olan.
menba-ı hak:
hakkın kaynağı.
mesail:
meseleler.
meşhur:
şöhretli, herkesin bil-
diği, yaygınlık kazanmış.
misil:
benzer.
muaraza:
birbirine karşı gel-
me, söz ile karşılıklı mücadele.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların aciz kaldığı şey.
muhatap:
kendisine hitap olu-
nan, söz söylenilen kimse.
muhatab-ı samedâniye:
hiç
bir şeye muhtaç olmayan Ce-
nab-ı Hakkın muhatabı.
mükâleme:
konuşma.
nam:
ad, isim, lakap.
namdar:
meşhur, ünlü, şöh-
retli, namlı.
Rab:
besleyen, yetiştiren, ver-
diği nimetlerle mahlûkatı ıslah
ve terbiye eden Allah.
Rabbanî:
terbiye ve idare
eden Cenab-ı Hak.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
sükût:
sesizlik, susma.
takat-i beşer:
insanın gücü,
takati.
tasannu:
yapmacık.
tereşşuh:
sızma, sızıntı yap-
ma.
tezahür:
görünme, belirme,
ortaya çıkma.
ulviyet:
ulvîlik, yücelik, yük-
seklik, ululuk.
vech-i i’caz:
mu’cize yönü.
vecih:
cihet, yön.
vüs’at-i iman:
iman genişliği
ayeTÜ’l-kÜBra / 7. Şua
| 204 |
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA
1...,194,195,196,197,198,199,200,201,202,203 205,206,207,208,209,210,211,212,213,214,...570
Powered by FlippingBook