Ehl-i dalâletin vekili, tutunacak ve dalâletini ona bina edecek hiçbir şey bulamadığı ve mülzem kaldığı zaman şöyle diyor ki: “Ben, saadet-i dünyayı ve lezzet-i hayatı ve terakkiyat-ı medeniyeti ve kemâl-i sanatı, kendimce, ahireti düşünmemekte ve Allah’ı tanımamakta ve hubb-u dünyada ve hürriyette ve kendine güvenmekte gördüğüm için insanın ekserîsini bu yola şeytanın himmetiyle sevk ettim ve ediyorum.”
Elcevap: Biz dahi Kur’ân namına diyoruz ki:
Ey bîçare insan! Aklını başına al, ehl-i dalâletin vekilini dinleme. Eğer onu dinlersen, hasaretin o kadar büyük olur ki, tasavvurundan ruh, akıl ve kalp ürperir.
Senin önünde iki yol var: Birisi, ehl-i dalâletin vekilinin gösterdiği şekàvetli yoldur; diğeri, Kur’ân-ı Hakîm’in tarif ettiği saadetli yoldur. İşte o iki yolun pek çok muvazenelerini, çok Sözlerde, hususan Küçük Sözlerde gördün ve anladın. Şimdi makam münasebetiyle, binde bir muvazenelerini yine gör, anla. Şöyle ki:
Şirk ve dalâletin ve fısk ve sefahetin yolu, insanı nihayet derecede sukut ettiriyor. Hadsiz elemler içinde nihayetsiz ağır bir yükü zayıf ve âciz beline yükletir. Çünkü insan, Cenab-ı Hakkı tanımazsa ve Ona tevekkül etmezse, o vakit insan, gayet derecede âciz ve zayıf, nihayet derecede muhtaç, fakir, hadsiz musibetlere maruz, elemli, kederli bir fânî hayvan hükmünde olup, bütün sevdiği ve alâka peyda ettiği bütün eşyadan mütemadiyen firak elemini çeke çeke, nihayette bakî kalan bütün ahbabını bir firak-ı elîm içinde bırakıp, kabrin zulümatına yalnız olarak gider. Hem müddet-i hayatında gayet cüz’î bir ihtiyâr ve küçük bir iktidar ve kısacık bir hayat ve az bir ömür ve sönük bir fikir ile nihayetsiz elemler ile ve emeller ile faydasız çarpışır. Ve hadsiz arzuların ve makàsıdın tahsiline semeresiz boşu boşuna çalışır. Hem kendi vücudunu yükleyemediği hâlde, koca dünya yükünü bîçare beline ve kafasına yüklenir. Daha Cehenneme gitmeden Cehennem azabını çeker.
Sözler, 32. Söz, 3. Mevkıf, s. 710
LÛGATÇE:
ehl-i dalâlet: dalâlet ehli; hak yoldan sapmış kimseler.
fısk: Allah’a karşı isyan etme; günaha dalma; dinin yasakladığı kurallara aldırmama.
firak: ayrılık.
firak-ı elîm: acıklı ayrılık.
hadsiz: sınırsız.
ihtiyâr: tercih, irade.
hasaret: hasar, zarar.
hubb-u dünya: dünya sevgisi.
makàsıd: maksatlar, gayeler.
muvazene: mukayese.
mütemadiyen: devamlı olarak.
saadet-i dünya: dünya mutluluğu.
semeresiz: neticesiz, verimsiz.
sukut: değerden düşme, alçalma.
sefahet: dinen yasak olan zevk ve eğlencelere düşkünlük.
şekàvet: sıkıntı.
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme.
zulümat: karanlıklar.