“Ve hüve alâ külli şey’in kadîr.” Yani hiçbir şey Ona ağır gelemez. Daire-i imkânda ne kadar eşya var; o eşyaya gayet kolay vücut giydirebilir. Ve o derece ona kolay ve rahattır ki “Bir şeyin olmasını murad ettiği zaman… ilâ âhir. (Yâsin Suresi: 82)” sırrıyla, güya yalnız emreder; yapılır.
Nasıl ki gayet mahir bir sanatkâr, ziyade kolay bir tarzda, elini işe dokundurur dokundurmaz, makine gibi işler. Ve o sür’at ve mahareti ifade için denilir ki “O iş ve sanat ona o kadar musahhardır ki güya emriyle, dokunmasıyla işler oluyor, sanatlar vücuda geliyor.” Öyle de, Kadîr-i Zülcelâl’in kudretine karşı, eşyanın nihayet derecede musahhariyet ve itaatine ve o kudretin nihayet derecede külfetsiz ve sühuletle iş gördüğüne işareten, “Bir şeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi ‘Ol’ demektir; o da oluverir. (Yâsin Suresi: 82)” ferman eder.
Şu hakikat-i uzmanın hadsiz esrarından beş sırrını, Beş Nüktede beyan edeceğiz.
Birincisi: Kudret-i İlâhiyeye nisbeten en büyük şey, en küçük şey kadar kolaydır. Bir nev’in umum efradıyla icadı, bir ferd kadar külfetsiz ve rahattır. Cenneti halk etmek, bir bahar kadar kolaydır. Bir baharı icad etmek, bir çiçek kadar rahattır.
Şu sırrı izah ve ispat eden, haşre dair Onuncu Söz’ün âhirinde, hem melâike ve beka-i ruh ve haşre dair Yirmi Dokuzuncu Söz’de haşir meselesinde Üçüncü Esasın beyanında zikredilen, nuraniyet sırrı, şeffafiyet sırrı, mukabele sırrı, muvazene sırrı, intizam sırrı, itaat sırrı, tecerrüd sırrı, altı temsil ile ispat edilerek gösterilmiştir ki kudret-i İlâhiyeye nisbeten yıldızlar, zerreler gibi kolaydır; hadsiz efrad, bir ferd kadar külfetsiz ve rahatça icad edilir. Madem o iki Sözde bu altı sır ispat edilmiş; onlara havale ederek, burada kısa keseriz.
İkincisi: Kudret-i İlâhiyeye nisbeten her şey müsavi olduğuna delil-i kàtı ve bürhan-ı sâtı şudur ki:
Hayvanat ve nebatatın icadında, gözümüzle görüyoruz, hadsiz bir sehâvet ve kesret içinde, nihayet derecede bir itkan, bir hüsn-ü sanat bulunuyor. Hem nihayet derecede karışıklık ve ihtilât içinde, nihayet derecede bir imtiyaz ve tefrik görünüyor. Hem nihayet derecede mebzuliyet ve vüs’at içinde, nihayet derecede sanatça kıymettarlık ve hilkatçe güzellik bulunuyor. Hem nihayet derecede sanatkârâne bir surette, çok cihazata ve çok zamana muhtaç olmakla beraber, gayet derecede sühuletle ve sür’atle icad ediliyor. Âdeta birden ve hiçten, o mu’cizat-ı sanat vücuda geliyor.
İşte bilmüşahede, her mevsimde rûy-i zeminde gördüğümüz bu faaliyet-i kudret, kat’iyen delâlet eder ki şu ef’alin menbaı olan kudrete nisbeten, en büyük şey en küçük şey kadar kolaydır. Ve hadsiz efradın icadı ve idareleri, bir ferd kadar rahatça icad ve idare edilir.
Mektubat, 20. Mektub, 2. Makam, YAN-2024, s. 289-90