Medar-ı necat ve halâs, yalnız ihlâstır. İhlâsı kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlâslı amel, batmanlarla halis olmayana müreccahtır.
ÜÇÜNCÜ MESELE:
“Tûbâ limen arefe haddehû ve lem yetecâvez tavrahû.” Yani “Ne mutlu o adama ki, kendini bilip haddinden tecavüz etmez.”
Nasıl bir zerre camdan, bir katre sudan, bir havuzdan, denizden, kamerden seyyarelere kadar güneşin cilveleri var. Her birisi kabiliyetine göre güneşin aksini, misalini tutuyor ve haddini biliyor. Bir katre su, kendi kabiliyetine göre “Güneşin bir aksi bende vardır” der; fakat “Ben de deniz gibi bir âyineyim” diyemez. Öyle de, esma-i İlâhiyenin cilvesinin tenevvüüne göre, makamat-ı evliyada öyle meratib var. Esma-i İlâhiyenin her birisinin, bir güneş gibi, kalpten Arş’a kadar cilveleri var. Kalp de bir arştır. Fakat “Ben de Arş gibiyim” diyemez.
İşte, ubudiyetin esası olan, acz ve fakr ve kusur ve naksını bilmek ve niyaz ile dergâh-ı ulûhiyete karşı secde etmeye bedel naz ve fahir suretinde gidenler, zerrecik kalbini Arşa müsâvî tutar. Katre gibi makamını, deniz gibi evliyanın makamatıyla iltibas eder. Kendini o büyük makamata yakıştırmak ve o makamda kendini muhafaza etmek için, tasannuata, tekellüfata, manasız hodfüruşluğa ve birçok müşkülâta düşer.
Elhâsıl, hadiste vardır ki:
“İnsanlar helâk olur, ancak bilenler kurtulur. Bilenler de helâk olur, ancak bildiklerini yaşayanlar kurtulur. Bildiklerini yaşayanlar da helâk olur, ancak ihlâslı olanlar kurtulur. İhlâslı olanlar da her an onu kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar.” [Keşfü’l-Hafa, 2: 312.]
Yani, medar-ı necat ve halâs, yalnız ihlâstır. İhlâsı kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlâslı amel, batmanlarla halis olmayana müreccahtır. İhlâsı kazandıran, harekâtındaki sebebi sırf bir emr-i İlâhî ve neticesi rıza-i İlâhî olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlâhiyeye karışmamalı.
Her şeyde bir ihlâs var. Hatta muhabbetin de ihlâsla bir zerresi, batmanlarla resmî ve ücretli muhabbete tereccüh eder. İşte bir zat bu ihlâslı muhabbeti böyle tabir etmiş: “Vemâ ene bi’l-bâğî ale’l-hubbi rüşveten. Zaîfün heven yübğâ aleyhi sevâbün.” Yani “Ben muhabbet üzerine bir rüşvet, bir ücret, bir mukabele, bir mükâfat istemiyorum.” Çünkü mukabilinde bir mükâfat, bir sevap istenilen muhabbet zayıftır, devamsızdır. Hatta halis muhabbet, fıtrat-ı insaniyede ve umum validelerde derc edilmiştir. İşte bu halis muhabbete tam manasıyla validelerin şefkatleri mazhardır. Valideler, o sırr-ı şefkatle, evlâtlarına karşı muhabbetlerine bir mükâfat, bir rüşvet istemediklerine ve talep etmediklerine delil; ruhunu, belki saadet-i uhreviyesini de onlar için feda etmeleridir. Tavuğun bütün sermayesi kendi hayatı iken, yavrusunu itin ağzından kurtarmak için, Hüsrev’in müşahedesiyle, kafasını ite kaptırır.
Lem’alar, On Yedinci Lem’a, s. 229-30
Lûgatçe:
aks: Yansıma.
batman: 2-8 kg arasında değişen eski bir ağırlık ölçüsü.
Arş: Göğün en yüksek katı; Allah’ın kudret ve saltanatının tecelli yeri.
dergâh-ı ulûhiyet: Allah’ın huzuru.
fahir: Övünme, gururlanma.
fıtrat-ı insaniye: İnsanın fıtratı, yaratılışı, tabiatı.
hodfüruşluk: Kendini beğendirmeye çalışmak, övünmek.
iltibas etmek: Karıştırmak.
kamer: Ay.
katre: Damla.
medar-ı necat ve halâs: Kurtuluş vesilesi.
meratib: Mertebeler, dereceler, rütbeler.
müreccah: Tercih edilen, üstün tutulan.
müsâvî tutmak: Denk tutmak, eşit görmek.
saadet-i uhreviye: Ahiret mutluluğu.
seyyare: Gezegen.
tasannuat: Tasannular, yapmacık hareketler.
tekellüfat: Tekellüfler, lâyık olmadığı yüksek bir makamda kendini göstermek için girişilen zoraki haller.
tenevvü’: Çeşitlilik, çeşit çeşit olma.
tereccüh etmek: Üstün gelmek.
ubudiyet: Kulluk.