...Ayrı ayrı nevileri meleklerden icat etmiş ki; bir kısmı küçücük olarak yağmur ve kar katrelerine binip sanat ve rahmet-i İlâhiyeyi kendi dilleriyle alkışlıyorlar.
Evet, küre-i arzda dört yüz bin nevileri zîhayattan halk eden, hatta en adî ve müteaffin maddelerden zîruhları çoklukla yaratan ve her tarafı onlarla şenlendiren ve mu’cizat-ı sanatına karşı onlara dilleriyle “Mâşaallah, Bârekallah, Sübhanallah” dediren ve ihsânât-ı rahmetine mukabil “Elhamdülillah, Ve’ş-şükrü lillah, Allahuekber” o hayvancıklara söylettiren bir Kadîr-i Zülcelâli ve’l-Cemâl, elbette bilâşek velâşüphe, koca semâvâta münasip, isyansız ve daima ubudiyette olan sekeneleri ve ruhânîleri yaratmış, semâvâtı şenlendirmiş, boş bırakmamış. Ve hayvanatın taifelerinden pek çok ziyade ayrı ayrı nevileri meleklerden icat etmiş ki; bir kısmı küçücük olarak yağmur ve kar katrelerine binip sanat ve rahmet-i İlâhiyeyi kendi dilleriyle alkışlıyorlar, bir kısmı birer seyyar yıldızlara binip fezâ-yı kâinatta seyahat içinde azamet ve izzet ve haşmet-i rububiyete karşı tekbir ve tehlil ile ubudiyetlerini âleme ilân ediyorlar.
Evet, zaman-ı Âdem’den beri bütün semâvî kitaplar ve dinler, meleklerin vücutlarına ve ubudiyetlerine ittifakları ve bütün asırlarda melekler ile konuşmalar ve muhâvereler kesretli tevatür ile insanlar içinde vuku bulduğunu nakil ve rivayetleri ise görmediğimiz Amerika insanlarının vücutları gibi, meleklerin vücutlarını ve bizimle alâkadar olduklarını kat’î ispat eder.
İşte şimdi gel, iman nuruyla bu küllî ikinci meyveye bak ve tat; nasıl kâinatı baştan başa şenlendirip, güzelleştirip bir mescid-i ekbere ve büyük bir ibadethaneye çeviriyor. Ve fen ve felsefenin soğuk, hayatsız, zulmetli, dehşetli göstermelerine mukabil; hayatlı, şuurlu, ışıklı, ünsiyetli; tatlı bir kâinat göstererek, bâkî hayatın bir cilve-i lezzetini ehl-i imana derecesine göre dünyada dahi tattırır.
Asâ-yı Musa, s. 93
LÛGATÇE:
halk etmek: Yaratmak.
haşmet-i rububiyet: Rablığın, idare ve terbiye ediciliğin haşmeti, heybeti, büyüklüğü.
küre-i arz: Yer küre, dünya.
müteaffin: Bozulmuş, çürüyüp kokuşmuş.
tehlil: “Lâ ilâhe illallah” demek.
ubudiyet: Kulluk.
zîhayat: Hayat sahibi, canlı.