İşte dalâlette, iktidarsızlar muktedir görünmeleri ve ehemmiyetsizler şöhret kazanmaları içindir ki hodfüruş, şöhretperest, riyakâr insanlar az bir şeyle iktidarlarını göstermek ve ihafe ve ızrar cihetinden bir mevki kazanmak için ehl-i hakka muhalefet vaziyetine girerler. Tâ görünsün ve nazar-ı dikkat ona celb olunsun. Ve iktidar ve kudretle değil, belki terk ve ataletle sebebiyet verdiği tahribat ona isnad edilip, ondan bahsedilsin. Nasıl ki böyle şöhret divanelerinden birisi namazgâhı telvis etmiş, tâ herkes ondan bahsetsin... Hatta ondan lânetle de bahsedilmiş de, şöhretperestlik damarı kendisine bu lânetli şöhreti hoş göstermiş diye darb-ı mesel olmuş.
Ey âlem-i beka için yaratılan ve fânî âleme müptelâ olan bîçare insan! “Gök ve yer onlara ağlamadı. (Duhan Suresi: 29)” ayetinin sırrına dikkat et, kulak ver! Bak, ne diyor:
Mefhum-u sarihiyle ferman ediyor ki, ehl-i dalâletin ölmesiyle, insan ile alâkadar olan semâvât ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlamıyorlar, yani onların ölmesiyle memnun oluyorlar.
Ve mefhum-u işarîsiyle ifade ediyor ki, ehl-i hidayetin ölmesiyle semâvât ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlıyorlar, firaklarını istemiyorlar. Çünkü ehl-i iman ile bütün kâinat alâkadardır, ondan memnundur. Zira iman ile Hâlık-ı Kâinat’ı bildikleri için kâinatın kıymetini takdir edip hürmet ve muhabbet ederler. Ehl-i dalâlet gibi tahkir ve zımnî adavet etmezler.
Ey insan, düşün! Sen alâküllihal öleceksin. Eğer nefis ve şeytana tâbi isen, senin komşuların, belki akrabaların senin şerrinden kurtulmak için mesrur olacaklar.
Eğer, “Eûzü billahi mine’ş-şeytani’r-racim” deyip, Kur’ân’a ve Habib-i Rahman’a tâbi isen, o vakit semâvât ve arz ve mevcudat, herkesin derecesine nisbeten, senin derecene göre senin firakından müteessir olup manen ağlarlar. Ulvî bir matem ile ve haşmetli bir teşyi ile, kabir kapısıyla girdiğin beka âleminde senin derecene nisbeten senin için bir hüsn-ü istikbal var olduğuna işaret ederler.
Lem’alar, On Üçüncü Lem’a, s. 170
LÛGATÇE:
adavet: düşmanlık.
alâküllihâl: ister istemez, her durumda.
âlem-i beka: sonsuzluk âlemi, ahiret.
dalâlet: hak yoldan sapmışlık, iman ve İslâmiyet yolundan ayrılma.
darb-ı mesel: atasözü.
Hâlık-ı Kâinat: kâinatın yaratıcısı; bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah.
hodfüruş: kendini beğenmiş.
hüsn-ü istikbal: güzel ve iyi karşılama.
ızrar: zarara sokma.
ihafe: korkutma.
mefhum-u işarî: işaret edilen mana.
mefhum-u sarih: açık anlam, açık ifade.
mesrur: sürurlu, mutlu.
telvis etmek: kirletmek, pisletmek.
teşyi: uğurlama.
zımnî: gizli, üstü kapalı, örtülü.