Sanki dünyada ebedî kalacakmış gibi, eşi dostu kırmak, hısım akrabayla münakaşa etmeye ve kardeşlerle küsecek hale gelmeye değer mi? Nefsimizin ve şeytanın sesini dinlersek değer, aklın ve vicdanın sesini dinlersek değmez.
Bir bakarsın âniden bir belâ, bir musibet, bir hastalık gelir, ecelimize bahane olur. İnsanların olmadığı, eş ve dostların bulunmadığı bir dünya, tüm bizim olsa neye yarar ki? Aldanmakta fayda yok. Aldatıcı dünya hayatı bizi hem bu dünyada, hem ahirette perişan eder.
Bu koca dünya niza ve kavga edecek bir meta değilse dünyanın küçücük meseleleri için darılıp küsmeye değer mi? Emanetçi olduğumuzu unutup benim malım benim mülküm demeye kalkışırız. Halbuki mal da mülk de bir başkasının.
Mal da mülk de Allah’ın, bizler emanetçiyiz. Çocuklarımızı bu kavgaya dahil etmeye ne hakkımız var? Meselelerimizi konuşarak halletmek dururken niçin kavga döğüş yolunu seçiyoruz? Sonunda pişman olacağımız söz ve hareketleri bir anlık öfke ile neden yapıyoruz? Biz aklımızı kullanmamız gerekirken niçin his ve duygularımızın esiri olarak nefis ve şeytana fırsat veriyoruz?
Akıllı insan başkasının aklından istifade etmek için birilerine danışır, oturur düşünür; salim kafayla kızmadan, darılmadan öfke ve hırsa kapılmadan problemleri halledebilir.
Zira halledilemeyecek hiç bir problem yoktur. Yeter ki konuşabilelim.
Onun için nass-ı hadîs ile “Üç günden fazla mü’min mü’mine küsüp kat’-ı mükâleme etmeyecek.”
Geçici dünya hayatı için küsmeye, kırılıp darılmaya, hem kendimizi hem başkasını huzursuz etmeye değer mi?