Bediüzzaman Said Nursî, hürriyet kavramını derinlemesine ele alan önemli bir İslâm âlimidir. Onun hürriyet anlayışı, hem İslamî hem de modern değerlerin bir sentezini içerir.
Hürriyetin tanımını yaparken, “Hürriyetin şe’ni odur ki: Ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın.”1 der. Bediüzzaman’a göre hürriyet, insanın hem ferdî, hem de içtima-î hayatında vazgeçilmez bir değerdir. Hürriyet, insanın başkasına zarar vermeden, kendi iradesiyle hareket edebilmesi ve Allah’ın koyduğu sınırlar içerisinde yaşaması anlamına gelir. “Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar.”2
Hürriyet, meşrutiyet ve İslâm
Said Nursî, hürriyetin İslâm diniyle çelişmediğini, aksine İslâm’ın gerçek anlamda hürriyeti getirdiğini savunur. Şu sözüyle bu anlayışı vurgular: “Allah’a hakikî abd olan, başkalara abd olamaz.”3
Bediüzzaman, 1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet’i ve onunla gelen hürriyet ortamını olumlu bir gelişme olarak değerlendirmiştir. Hürriyetin ilanının, İslâm’ın ruhuna uygun olduğunu belirterek, hürriyeti İslâm’ın adalet ve hak anlayışıyla ifade etmiştir.
Bediüzzaman’a göre hürriyetin sağlanması için şu şartlar gereklidir:
1. Adalet: Hürriyet, adaletle sınırlandırılmalıdır. Keyfilik, hürriyetin kötüye kullanımı anlamına gelir.
2. Eğitim: Hür bir toplum ancak eğitimli bireylerle mümkündür. Cehalet, baskı ve tahakkümün temel sebeplerindendir.
3. Manevi Değerler: Hürriyet, ahlâk ve manevi değerlere dayanmalıdır. Yoksa anarşi ve kaos doğar.
Bediüzzaman’ın eserlerinde sıkça bahsettiği temel fikirlerden biri de adalettir. Said Nursî, adaleti hem ferdi, hem içtima-i boyutta ele almış, İslâm’ın adalet anlayışını açıklamış ve bunu hayata nasıl tatbik edilmesi gerektiği üzerinde durmuştur.
Bediüzzaman’ın Adalet Anlayışı
Bediüzzaman, adaleti iki farklı düzeyde ele alır: Adalet-i Mahza (Mutlak Adalet): Her bireyin hakkını tam olarak teslim etmek ve hiçbir hakka zarar vermemek.
Adalet-i İzafiye (Nisbî Adalet): İnsanların ihtiyaçlarına göre bazı denge ve fedakarlıklar üzerine kurulu, insani zafiyetlerin olduğu ortamlarda uygulanan bir adalet anlayışıdır. Ancak bu, ideal olan mutlak adaletin yerini alamaz.
Said Nursî, “Hürriyet-i Şer’iye” kavramını adaletle ilişkilendirerek hürriyetin ancak adaletle sınırlanabileceğini belirtmiştir.
Risale-i Nur’da adaletin temel dayanağı olarak Kur’ân gösterilir. Özellikle “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”4 Kur’ân ayeti, adaletin insanın hem kendi nefsine hem de başkalarına karşı olan sorumluluğunu ifade eder. Adalet, bir Müslümanın hem ibadet hayatında hem de sosyal ilişkilerinde vazgeçilmez bir prensiptir.
Bediüzzaman’a göre adalet, bir toplumu ayakta tutan temel direklerden biridir. Eğer bir toplumda adalet bozulursa, huzursuzluk ve kargaşa baş gösterir.
Said Nursî’nin hayatı boyunca zulme ve haksızlığa karşı duruşu, onun adalet anlayışını somutlaştırır. Özellikle İslam toplumlarının içinde bulunduğu haksızlık ve hukuksuzluklara dikkat çekmiş, zayıf ve mazlumların haklarının korunması gerektiğini söylemiştir.
Bediüzzaman’a göre adalet, hem bir insanlık erdemi hem de dinin temel bir prensibidir. Bu adalet anlayışı, insanın hem Rabbine, hem kendine, hem de topluma karşı olan mes’uliyetini ifade eder. Toplumun huzurunun sağlanması, bireylerin haklarının gözetilmesi ve adil bir yönetim düzeninin tesis edilmesi için de adalet vazgeçilmezdir.
Dipnotlar:
1. Yeni Asya Neşriyat, Tarihçe-i Hayat, s-92.
2. Age., s. 92.
3. Age., s. 112.
4. Hud Suresi: 112.