Yeni Asya, yaklaşık yarım asrı aşan süreçte prensiplerinden şaşmadan sosyal ve siyasal olaylara farklı bir soluk getirmiş ve hakikatin gür sesi olmayı başarmıştır.
DİZİ: Yeni Asya Ekolü - (Kişisel bir deneme) - 1
Prof. Dr. Süleyman Yılmaz - ASÜ Eğitim Fakültesi
Beşer, nisyan sıfatının gereği, kendisine biçilen dünya hanı ve hayatında, sayısız nimetlerin, değerlerin kıymetini bilmez. Baha biçilmez elmasları fani dünyanın camlarıyla takas etmeye kalkar. Divan şairi Hayalî bunu şiirinin ilk dörtlüğünde veciz bir üslupla şöyle tasvir eder:
“Cihan-ârâ cihan içindedir, arayı bilmezler,
“Ol mâhiler ki derya içredir, deryayı bilmezler.
“Harabad ehline dûzah azabın anma ey zâhid,
“Ki bunlar ibn-i vakt oldu, gamı feryadı bilmezler.”
Aradığımız her şey esasta içimizdedir, yanı başımızdadır ama göremeyiz, tıpkı denizin farkına varamayan balıklar gibi. Bu girizgâhımız zihnimizde dursun, biz meramımızı yaşadığımız tarihsel süreçle açmaya çalışalım ki, konumuz nihayette Hayalî’nin dizesiyle özdeş kıvama erişsin.
Ortadoğu inişlerin çıkışların bol olduğu bir coğrafyadır. Kendini Ortadoğu kültürüne yakın hisseden ülkemiz de inişler ve çıkışlardan ziyadesiyle nasiplenen bir ülkedir. Her toparlanma ve yoluna devam etme niyetinde, gidişatı zora sokan kesintilerle karşılaşmıştır. 1980 İhtilâlından sonra hayat normale dönmek eğilimindeydi. Ortaokulun sonuna doğru kasabamızda ticaretle meşgul Hacı Mustafa Özyurt ile tanışmıştım. Yaşım gereği çocuk dergisi olan Can Kardeş dergisinin haftalık müdavimi olmuştum. Lise yıllarım çok hareketliydi, ele avuca sığmayan bir cevval bir yapım vardı. Küçük bir kasabanın bize sundukları kadar bir ufuk ve vizyonla hayatımızı şekillendirme çabasındaydık. O tarihlerde ihtilâlden nasibini almış Yeni Asya gazetesi yerine çıkarılan günlük Yeni Nesil Gazetesi ve aylık yayınlanan Köprü dergisiyle tanışmıştım. İlk başlarda muhtevası çok da ilgimi çekmiyordu. Siyasî konulardan bahsediyordu, belki o günkü aklımla çok da ilgimi çekmiyordu. Diyarbakır’da üniversiteye başladığım yıllarda, Yeni Nesil Gazetesinin bir düşünceyi temsiliyet amacıyla çıkarıldığını kaldığım ortamda öğrenmiştim. Biraz daha müdakkik okumaya, hangi davayı güttüğüne odaklanarak anlamaya çalışmıştım. Dinî ritüelleri mutlak anlamda yaşamayan bir aile ortamından gelmekle birlikte, iç dinamiklerimiz, dokumuz bizi muhafazakâr kimliğe daha yakın hissetmemizi sağlıyordu.
YENİ ASYA EKOLÜNÜ NASIL TANIDIM?
Üniversite yıllarımda memleketimde bu ortamdan tanıştığım Mustafa Özyurt ile diyaloglarım devam etmişti. Üniversitenin ilk yılında memlekete tatile geldiğimde Adana’da Mehmet Âkif’i anma programına katılmıştım. Gazete yazarı Mustafa Kaplan’ın ateşli konuşmasıyla ilk kez orada karşılaşmıştım. Özyurt’un ofisinde senatör Sebahattin Adalı ile tanışmam yine o yıllara rastlar. Müthiş bir sohbet ortamıydı, konuştukları hususlar oldukça ilgi çekiciydi. Fakültenin ilerleyen yılları Yeni Nesil Gazetesi ve kendilerine kamuoyunca Yeni Asya Nur Cemaati denilen camiayı daha net tanımama vesile olmuştu. Gazetenin yönetiminde görevlendirilen üç Mehmetler döneminde; Mehmet Emin Birinci, Mehmet Fırıncı ve Mehmet Kutlular’la Diyarbakır’da tanışmıştık.
BEDİÜZZAMAN’IN TEK DERDİ, MİLLETİN SELÂMETİYDİ
Esasta, akademik lisans eğitimim yanı sıra Diyarbakır’da tanıştığım en büyük kültürel hazinem; Risale-i Nurlardır. Kuran’ın eşsiz tefsirini içeren kocaman bir külliyat olarak Risale-i Nur eserleri Bediüzzaman Said Nursi tarafından telif edilmiş, muhtevası ülkemizin temel konularından olan iman ve hayat tarzını ele alan oldukça önemli ve etkili kitaplardır. Bediüzzaman’ın tek derdi, gayesi, amacı; Cumhuriyet dönemiyle birlikte, Kuzeyden gelen komünizm cereyanıyla dinî değerlerinden uzaklaştırılmaya çalışılan yurdum insanını içine düştüğü açmazdan kurtarabilmekti. Osmanlı döneminde saltanat ve meşrutiyeti, daha sonra cumhuriyeti yaşamış bir din âlimi olarak gaye-i hayalini din ilimleriyle fen ilimlerinin birlikte okutulacağı bir mektep kurulmasına hasrediyor. Böylece bir taraftan eski mekteplerin içine düştüğü varta ortadan kalkacak, diğer taraftan dinî cenahtaki unsurların ortaya serdiği taassup aşılacaktı. Bediüzzaman ömrünün ilk devresinde içtimaî yani sosyal hayat içerisinde yer almış, daha sonra Risale-i Nur eserlerini telif ederken dünya siyasetine mesafeli durarak telif sürecinin günlük siyasetten etkilenmemesini sağlamıştır.
Hayatının ilk devresinde saltanat ve meşrutiyetin sosyal hayata dair tüm süreçlerini yakından takip etmiş, aktif rol almıştır. Bediüzzaman’ın sosyal hayatta fikirleriyle görünürlüğü, Cumhuriyet dönemindeki kurucu iradenin dikkatini çekmiş ve Birinci Mecliste doğu illerini temsil eden ve fikirlerine müracaat edilen bir isim olarak mebus çatısı altında rol almasına vesile olmuştur. Hayatının birikimlerini eserlere dönüştürdüğü dönemde sosyal hayata yansıyan dinsizlik cereyanı Bediüzaman’ın eserlerine odaklanmaya sevk etmiştir. Gönlü, aklı, fikri ukba ve ahirete endeksli bir İslâm âliminin yegâne kaygısı dünyevî hizmetlerden ziyade uhrevî hizmetler olmalıydı.
EZANI ASLINA ÇEVİREN MENDERES’E “İSLÂM KAHRAMANI” ÖVGÜSÜ
Risale-i Nurların telif, neşir ve el yazmasıyla çoğaltıldığı zamanlarda Barla ve diğer şehirlere sürgün edilmiş, mahkemelere çıkarılmış, hakkında mahkûmiyet kararları verilmiştir. Bu uygulamaların hiçbiri Bediüzzaman’ı büyük davasından alıkoyamamış, talebeleriyle eserleri çoğaltıp, Anadolu’nun muhtelif yerlerindeki müştaklara ulaştırmaya devam etmiştir. Ruhunda Cumhuriyetin en büyük argümanı olan demokrasi kavramı, parlamenter sisteme geçişte tercihlerini şekillendirmiştir. Günün şartlarında davasını, hayata bakışını en iyi temsil eden siyasî yapı Adnan Menderes’in Demokrat Partisi olmuştur. Cumhuriyet Halk Fırkasından ayrılan Menderes ve ekibinin kurduğu Demokrat Parti insanımızın sosyal ve manevî hayata dair bir umudu olmuştur. Şahsî hayatında doğrudan dinî değerler ve ritüellerinin yakınında olmayan Menderes hükümeti tarafından, ezanın Türkçeden geri orijinal haline dönüştürülmesi, Kur’ân’ın yeniden mabetlerde okunmaya başlaması Bediüzzaman’ın nazarında Adnan Menderes’in “İslâm Kahramanı” olarak tarif edilmesine sebep olmuştur. Burada vurgu Menderes’in özel hayatından öte İslâm’a ve Müslümanlara sunduğu yeni bir anlayıştı ki çoğu Radikal İslâm anlayışı hâlâ bu önemli vakıayı kavrayabilmekten oldukça uzaktır.
YENİ ASYA İHTİLÂLLERE KARŞI ÇIKTI, BEDEL ÖDEDİ
23 Mart 1960 yılında Bediüzzaman Said Nursî’nin ebedî âleme irtihalinden sonra yolunu takip eden talebeleri uzun süre bu geleneği sürdürdüler. Vefatından 10 yıl sonra “Dünyalara değişmem” dediği talebesi Zübeyir Gündüzalp tarafından 21 Şubat 1970’de Yeni Asya gazetesi yayın hayatına başlamıştır. Yeni Asya gazetesi Risale-i Nurları okuyan, ahirete dönük hizmetlerle insanların manevî dünyasını korumaya çalışan talebelerinden oluşan camianın dışa açılan penceresi, içtimaî hayatta Risale-i Nur prensiplerini kamuoyu ile paylaştığı mecrası olmuştur. Yaklaşık yarım asrı aşan süreçte prensiplerinden ve üstadı Bediüzzaman’ın çizgisinden şaşmadan sosyal ve siyasal olaylara farklı bir soluk getirmiş ve attığı cesur manşetlerle hep hakkın ve hakikatin gür sesi olmayı başarmıştır.
DEMOKRAT ÇİZGİYE DESTEK OLDU
Hayırlı işlerin muzır manileri çok olur kaidesince, “derin güçler” Yeni Asya Camiasının hakikatin ve haklının yanında duruş sergilemesinden hep rahatsızlık duymuş, bu rahatsızlığını camiayı karıştıracak fitne ateşiyle fiili müdahalelere dönüştürmüştür. Bu refleks; Abdülhamit dönemindeki “derin güçlerin” damarlarında yer alan ve fırsat buldukça karıştırmaya, bölmeye ve kutuplaştırmaya sevk ettiği bir uygulamadır. Bu uygulama ilk denemesini 1980 ihtilâlinden sonra piyasaya sürmüş ve başarılı olmuştur. Yeni Asya gazetesini teşekkül ettiren camia “ihtilâl anlayışı”na karşı çıkmıştır. Fakat Yeni Asya gazetesinin temsil ettiği ana akımdan ayrılanlar 1982 Anayasasına “Evet” oyu kullanmış, gazete ana akımı ise alenen “Hayır” oyu kullanmış ve bedelini Kenan Evren’in cuntacı sıkıyönetim anlayışı tarafından 470 gün kapatılmakla ödemiştir. Böylece meş’um derin güçler cemaati ikiye bölerek gizli emellerine ulaşmıştır. Ana akımdan ayrılan Nur Talebeleri “siyasete mesafeli durup (!)”, yalnız Risale-i Nurları okuyarak hizmet edeceğini deklere ederek, “meşveret cemaati” olarak isimlendirilen yeni bir yol çizdiler.
Diyarbakır’da okuduğum yıllar 1980 ihtilalinden yedi yıl sonrasında iki farklı Nur ekolünün olduğu yıllara rast gelir. Yeni Asya gazetesinin ihtilâl unsurlarınca kapatılmasının ardından önce ardından Yeni Nesil (onun kapatılması ile de bir müddet Tasvir) isimleriyle yayınlanmaya başladı. Artık Nur Talebelerinin yeni yayın organı ve kamuoyundaki sesi Yeni Nesil Gazetesi olmuştur. İki akım arasında siyasî tercihler de değişmiştir. Yeni Nesil Gazetesinin temsil ettiği akım, Adalet Partisinin 1980 ihtilâlinden sonra kapatılmasıyla aynı çizgide kurulan Doğru Yol Partisini desteklerken, ihtilâli destek veren “meşveret akımı” ise yeni yol haritasında kurulan Anavatan Partisini desteklemiştir. Nur talebeleri arasında siyasî ve fikrî ayrılıklar kalın hatlarla belirginleşip, derinleşmekle birlikte her iki akım da kendi kulvarında ilerlemeye azamî dikkat edip, çaba sarf ettiler. Bu yıllar merhum Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’nin iktidarda olduğu yıllardır.
Yeni Nesil Gazetesiyle hizmet anlayışını dâhilde ve hariçte şekillendirmeye çalışan Nur Talebeleri, siyaseten Doğru Yol Partisi ve temsilcisi olan Süleyman Demirel’i desteklediğinden dolayı, hem siyasal İslâm’ın, hem de meşveret akımının mensupları tarafından sürekli “Siz masonları destekliyorsunuz” ithamına maruz kalıyordu. Özellikle siyasal İslâm mensuplarının vicdanî mes’uliyet açısından hiçbir ölçüsü ve sınırı yoktu.
“DERİN GÜÇLER” HEP DEVREDE
Gündem bu minvalde iken, tam fakülteden mezun olacağım sene derin güçler Yeni Nesil Gazetesine karşı bir kez daha karıştırma hamlesi yaptı. “Derin güçler”in organize ettiği hamleyle gazetenin tüm mal varlığını kayıtlarında tutan küçük bir grup gazetenin mal varlığına el koydu ve Mehmet Kutlular başta olmak üzere tüm yazar ve çizerleri kapının önüne koydular. Kader yeni bir atraksiyonla Yeni Nesil Gazetesindeki büyük çabalarla kurulan, büyük bir mektep olarak işleyen gazeteden Nur Talebelerini yeniden ayrıştırdı. Diğer iki Mehmetler ve beraberindekiler Yeni Nesil gazetesinin maddî ve resmî hâkimiyetini ele geçirince dışarda kalan Nur Talebelerine yeniden Yeni Asya Gazetesini kurmak rolü düşmüş oldu. Hatırlıyorum, pek çok Nur Talebesi yeni matbaanın kurulup, camianın neşriyat ve kamuyuna açılan sesi olan Yeni Asya Gazetesinin yayın hayatına girebilmesi için maddî destekler, hatta eşlerinin ziynet eşyalarına kadar bahşettiler. Yeni Nesil Gazetesinde kalanlar, mutlak itimat ve güven duygusunun istismarıyla resmiyette ele geçirdikleri gazetenin tüzel kişiliği, mal varlığı ve yayın hakları ile ilgili vicdanî, manevî, mes’uliyet duygusu yaşadılar mı bilemiyoruz, ama Yeni Asya Gazetesinin bu zor şartlarda, tüm resmî engelleri aşarak yeniden yayın hayatına geçmesi, ortamı karıştıran “derin güçler”i kesinlikle rahatsız ettiğine eminiz. Paraya ve güce perestiş edenler, o gün şeytana uymuşlardı. Yeni Asya Gazetesinin mensubu olan herkes, yaşadıklarını ve uğradığı haksızlığı kıyamet gününün sahibi Yüce Allah’a havale etmişti. Varsınlar bu kul hakkının hesabını O’na versinler.
—DEVAMI YARIN—