Bilindiği gibi hilafet sözlükte, “birinin ardından gelip yerine geçmek” anlamına gelmektedir. Terim olarak ise -farklı tanımları olmakla birlikte-, “Hz. Peygamber’den sonra ümmetin dünyevi ve uhrevi işlerini deruhte eden yönetim” (riyâset-i amme), halife de bu görevi ifa etmek üzere görevde bulunan kimse demektir.
PROF. DR. İLYAS ÜZÜM
Resulullah’ın (asm) vefatından sonra yönetim “hilafet” kelimesi yanında “imamet” ve “emirlik” kavramlarıyla da anılmış, mesela Hz. Ebu Bekir için “Halifetü Resulillah”, Hz. Ömer için “Emirü’l-mü’minîn” tabirleri de kullanılmıştır.
Tarihi olarak Resul-i Ekrem (asm)’ın vefatından sonra (632) ashap Hz. Ebu Bekir’e biat etmiş, onun iki yıllık hilafetinden sonra (632-634), Hz. Ömer bu göreve gelmiş, onun da on yıllık hilafet görevinin akabinde (634-644), Hz. Osman bu görevi devralmış, ilk altı yılı sükunet, ikinci altı yılı çalkantılarla geçen on iki yılın ardından onun da şehit edilmesinden sonra (652), dördüncü sırada Hz. Ali bu görevi deruhte etmiştir. Müslümanların Cemel, Sıffın ve Nehrevan olmak üzere üç dahili savaş yaşadığı Hz. Ali dönemi dört buçuk yıl kadar sürmüş, onun da bir Haricî tarafından (İbn Mülcem) şehit edilmesinden sonra (656), büyük oğlu Hz. Hasan hilafet görevine getirilmiştir.
Çok kısa biyografisi itibariyle Hz. Hasan (ra) hicretten üç yıl sonra Medine’de doğmuş (625), ismini bizzat dedesi Resulullah (asm) kulağına ezan okuyarak koymuş, dedesi vefat ettiğinde henüz yedi yaşlarında olduğu için ilk iki halife döneminde olaylara karışmamış, Hz. Osman döneminde ise bazı fetihlere iştirak etmiştir. Halifenin evi isyancılar tarafından sarıldığında, babasının görevlendirmesiyle, kardeşi Hüseyin ile birlikte halifeyi korumaya çalışmış ve eve su taşımıştır. Babası hilafet görevine geldiğinde daima babasının yanında yer almış, dahili muharebelerde babası ile birlikte bulunmuş ancak çarpışmalara katılmamıştır. Babasının şehit edilmesinden bir veya iki gün sonra (28 Ocak 661) Kufeliler kendisine biat etmiş, böylece dört halifeden sonra “beşinci halife’ olarak İslam toplumunun başına geçmiştir. Ancak babası ile kavgalı olan Muaviye ve Şam ordusunun, devam eden gerginliği sürdürmek için hazırlıklarını artırdıkları gözlenmiştir. Karşılıklı mektuplar teati edilmiş, görüşmeler gerçekleştirilmiş, fakat bunların fiiliyatta bir işe yaramadığı anlaşılmıştır. Yapılan dahili muharebelerde çok kan aktığını, ayrıca fetih faaliyetlerinin durduğunu gören Hz. Hasan, yeni bir savaşla Müslümanların birbirlerinin daha fazla kanlarını akıtmamak ve İslam’ın muhtaç olan coğrafyalara ulaşmasını sağlamak için Muaviye ile, belli şartlar dahilinde anlaşma yaparak hilafetten ferağat etmiştir (Temmuz 661). Böylece Müslümanlar arasında barış gerçekleşmiş, bu yıla “birlik yılı” (âmü’l-cemâa) denilmiştir. Bundan sonra Hz. Hasan Medine’ye giderek kalan ömrünü İslamî hakikatlerin neşrine tahsis etmiş ve 7 Nisan 669’da vefat etmiş, annesi Fatıma’nın yanına defnedilmiştir.
Bedeni, özellikle yüz kısmı Resulullah’a çok benzeyen Hz. Hasan (ra) manevi kişiliği bakımından da dedesine layık bir torun, annesi Fatıma ile babası Hz. Ali’ye layık bir evlat olarak yetişmiş ve yaşamıştır. Bütün biyografi kitapları onun kâmil bir iman, kuvvetli bir takva sahibi olduğunda söz birliği içindedir. O Resul-i Ekrem’in terbiyesinden geçmiş birisi olarak eşsiz bir ahlak sahibi, halim selim, sâdık, cömert, sabırlı ve olgun bir şahsiyet olmuştur. Nitekim bebek yaşta iken Resulullah (asm) onun için, “Bu benim oğlum Hasan, seyittir, Allah onun vasıtasıyla iki büyük grubun arasını düzeltip sulhu sağlayacaktır” (Buharî, “Sulh”, 244) buyurmuş, o da hayatı ile bunu doğrulamıştır.
Resul-i Ekrem (asm) meşhur bir hadisinde “kendisinden sonra hilafetin otuz yıl olacağını” bildirmiş (Ebu Davud, “Sünnet”, 8), bu hadisten hareketle İslam alimleri Hz. Hasan’ın altı aylık hilafeti ile bu dönemin sona erdiğini ifade etmiş, dört halifeden sonra Hz. Hasan da -bu hilafeti sebebiyle- beşinci halife olarak anılmıştır. Risale-i Nur’da, Mucizât-ı Ahmediye Risalesinde hem bu hadisin bir versiyonuna yer verilmiş, hem de Lem’alar’da Yedinci Lem’a’nın bir Tetimmesinin İkinci İzahı başlığında, Nisa suresinin 69. ayetinde geçen “ve hasüne ülâike refîka” ifadesinin belağat kuralı çerçevesinde beşinci halifenin ismine işaret ettiği dile getirilmiştir.
Emirdağ Lahikası’na geçen bir mektupta ise Risale-i Nur ile Hz. Hasan’ın hilafeti arasındaki ilişkiye işaret edilerek şöyle denilmiştir: “Hazret-i Hasan (ra)’ın altı aylık hilâfetiyle beraber Risale-i Nur’un Cevşenü’l-Kebîrden ve Celcelûtiyeden aldığı bir kuvvet ve feyizle vazife-i hilâfetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakaik-i imaniye noktasında Hazret-i Hasan (ra)’ın kısacık müddetini uzun bir zamana çevirerek tam beşinci halife nazarıyla bakabiliriz. Çünkü adalet-i hakikiye ile bu asırda insanları mes’ud edebilir bir istidatta bulunan, Risale-i Nur’dur ve onun şahs-ı mânevîsi, Hazret-i Hasan Radıyallahu Anhın bir muavini, bir mütemmimi, bir mânevî veledi hükmündedir diye senin mektubunu tâdil ettim.” (Emirdağ Lahikası, mektup no: 40).
Metni yalın olarak incelediğimizde Müellif Risale-i Nur’a beşinci halife nazarıyla bakılabileceğini şu üç temel dayandırıyor; aa) Cevşenü’l-kebir’den aldığı kuvvet ve feyiz, bb) Celcelutiye’den aldığı kuvvet ve feyiz, cc) Hilafet vazifesinin en önemlisi olan neşr-i hakaik-i imaniye yönelik yaptığı vazife. Müellif Risale-i Nur’a “beşinci halife” nazarıyla bakılabileceğini ayrıca Risale-i Nur’un “adalet-i hakikiye ile bu asırda (ahir zamanda) insanları mesud edecek istidatta bulunmasına bağlıyor; Risale-i Nur şahs-ı manevisinin Hz. Hasan’ın (ra.) bir muavini, bir mütemmimi, bir manevi veledi hükmünde olduğunu belirtiyor.
Metinden kolayca anlaşılan bu tespitleri çok kısa olarak şöyle açabiliriz:
a) Cevşen, Celcelutiye ve Risale-i Nur
Bilindiği gibi Cevşen Ehl-i beyt imamları tariki ile gelen, her biri Allah’ın on isim veya sıfatını ihtiva eden ve toplam 1000 bâbdan oluşan uzun bir duadır. Başka bir ifadeyle Cevşen 1001 esma-i ilahi ile bir marifetullah dersidir. Şia’dan başka bazı Sünnî tasavvufî çevrelerin de itibar ettiği bu muazzam ders Risale-i Nur vasıtasıyla daha geniş kitlelere mal olmuş, Nur talebeleri bu duayı okuyagelmiş, ayrıca yine bir bakıma marifetullah dersi olan Risale-i Nur Cevşen’deki ilahî isim ve sıfatları şerh etmiş; böylece Risale-i Nur ile Cevşen arasında büyük bir bağ tesis edilmiştir. Celcelutiye ise Hz. Ali’nin Resulullah’ın verdiği dersler çerçevesinde kaleme aldığı Süryanice bir kasidedir. Başta İmam Gazzali olmak üzere bazı alimler bu esere dikkat çektiği gibi bazı tasavvufi çevrelerde de bu kasidenin bilindiği ve okunduğu bilinmektedir. Bizzat Hz. Peygamber (asm) tarafından “ilim şehrinin kapısı” olarak anılan Hz. Ali’nin (Hâkim, Müstedrek, III, 127-127) sırlarla dolu olan bu kasidesi de hem Risale-i Nur’a işaret ve beşareti, hem müellifine manevi irşadı gibi hususlar dolayısıyla Risale-i Nur ve Risale-i Nur cemaati ile sıkı sıkıya ilişkili olmuştur. Gerek Cevşen’in, gerekse Celcelutiye’nin feyiz ve kuvveti dikkate alınarak bu ikisinin Risale-i Nur’la ilişkisi düşünüldüğünde, Risale-i Nur’a “beşinci halife” nazarıyla bakılabileceği hükmünün makuliyet arz eden bir mahiyet taşıdığı görülmektedir.
b) Hilafetin en önemli vazifesi ve Risale-i Nur
İlgili literatürde hilafete ait birçok görev sayılırsa da bunlardan ilki dinin inanç, ibadet ve insanlar arası ilişkilere dair olan hükümlerini aslî hüviyetine uygun olarak korumak, duyurmak ve yaymak olarak zikrolunur. Bundan başka ilahî hükümleri uygulamak (tenfîzü’l-ahkam), adaleti tesis etmek, zulüm ve haksızlıkları önlemek, toplumda emniyet ve güvenini sağlamak, İslam düşmanlarının saldırılarına karşı askerî güç teçhiz etmek, sınırları korumak, gerektiğinde cihad ilan etmek, İslamî hükümlere dayalı olarak malî düzenlemeler yapmak, zekat toplamak, yoksulların ihtiyacını karşılamak… gibi öteki görevler de sıralanmaktadır. İfade olunduğu gibi bu görevler arasında birinci sırayı dinin inanç umdelerini ve diğer esasları korumak, duyurmak ve yaymak almaktadır. Söz konusu mektupta bu görev “neşr-i hakaik-ı imaniye” olarak ifade edilmektedir. İşte bu açıdan yani hilafetin en önemli vazifesi ile Risale-i Nur’un bu alanda yaptığı vazifeye bakıldığında ap açık bir tetabuk görülmektedir. Zira Risale-i Nur İslam’ın temel iman esaslarını tahkiki bir surette temellendirmekte, namaz, oruç, zekat gibi ibadetleri hikmet-i teşriiyyesi ile açıklamakta, aile hayatından sosyal hayatın diğer alanlarına kadar Kur’an ve sünnetin temel mesajlarını yansıtmakta; böylece hilafete ait en ehemmiyetli vazifeyi yerine getirmektedir. Dolayısıyla bu husus dikkate alındığında Risale-i Nur’a “beşinci halife” nazarıyla bakmakta hiçbir beis söz konusu olamaz.
c) Saadetin temini ve Risale-i Nur
İslam, insanı ve kainatı yaratan Rabbimizin mesajları olmak hasebiyle ferde dünya ve ahiret saadeti kazandıran bir dindir. İnsanlar İslam’la ilişkisi oranında, onun itikadî ve taabbüdî ahkâmını özümsemeleri ve içselleştirmelerine bağlı olarak dünya saadetini hisseder, yaşarlar; dünya hayatının kendine mahsus zorluk ve sıkıntılarına rağmen. Aynı şekilde İslam adalet, merhamet, iyilik severlik, yardımlaşma gibi içtimai prensipleri dolayısıyla da İslam toplumuna huzur ve saadeti getirir, kazandırır. İşte hilafetin önemli görevlerden birisi de her alanda adaleti temin ederek toplumsal alanda güven, huzur ve saadete vesile olmaktır. Risale-i Nur’a bu açıdan bakıldığında o, hem fertlerin iç huzuru, kalbî tatmini ve ruhî süruruna vesile olacak şekilde iman hakikatlerinin dünyada bile cennet çekirdekleri hükmünde olduğunu ispat ediyor, hem de içtimai planda adalet-i hakikiye prensiplerinin altını çizerek toplumu ve ilgilileri bilgilendiriyor, bilinçlendiriyor. Böylece hilafete ait çok önemli bir vazifeyi gerçekleştiriyor. Dolayısıyla bu tablo göz önünde bulundurularak bakıldığında Risale-i Nur ile onun “beşinci halife” olması arasındaki bağ açıkça müşahede olunuyor (Elbette burada inhisarcı bir tutumun olmadığını kaydetmek lazım. Bu hakikatlere hizmet eden her kaynak ve her şahs-ı manevi derecesine göre bu hükümden hissedardır).
Yazıyı daha fazla uzatmamak için iki noktaya daha işaret etmekle iktifa edelim. Birincisi şu: Hz. Hasan sulh insanıdır, barış kahramanıdır, ferağat timsalidir, merhamet abidesidir, muhabbet sembolüdür. Risale-i Nur ve müellifi de Hz. Hasan’ın bu “ahlak-ı İslamiye”sinden ziyadesiyle nasiptardır. Şöyle ki Risale-i Nur çeşitli vesilelerle “sulh-u umumi”den bahsetmiş, mesela “Herkesin bir fikri var. İşte sulh-u umumi, aff-ı umumi ve ref’i imtiyaz lazım” demiştir. Yine mesela Risale-i Nur’un tercümanının ism-i Rahim ve ism-i Hakime mazhar olduğu ifade olunmuş, müellif şefkat-i imaniyesi ile insanların imanını selamette görmek uğruna her türlü eza ve cefaya katlanmıştır. Yine mesela Hutbe-i Şamiye’de, “Muhabbete en layık şey muhabbettir, ve husumete en layık sıfat husumettir” demiş, hatta devamında, “Öyle ise düşmanlarınızın seyyiatı, tecavüz olmamak şartıyla adavetinizi celbetmesin” diyerek cihanşümul mesajlar vermiştir. (Hutbe-i Şâmiye [Eski Said Dönemi Eserleri içinde], s. 252-253).
İkinci husus da şu: Bilindiği gibi hilafet kavramı akla hemen siyaseti getiriyor. Oysa bu kavramın içinde dinin itikadi ve taabbüdi hükümleri başta olmak üzere dinî ahkamın bütününün tebliği ve yaşanmasına yönelik “riyaset” referansı vardır. Elbette bu bütün içinde siyasi ve içtimai hükümler de yer almaktadır. Dini siyasete irca etmek yanlış olduğu gibi dini siyasetten tecrit eden yaklaşımlar da temelsizdir. Zira dinin temel kaynağı olan Kur’an şura, meşveret, adalet, liyakat, emanet gibi kavramlarla siyasi prensiplerin altını çizdiği gibi Resul-i Ekrem (asm) da hayatı ve uygulamaları ile ümmete bu alanda da ders vermiştir. Resulullah (asm) nübüvvetinin yanı sıra İslam toplumunun yöneticisi pozisyonunda olduğu için yönetim işi onun şahsı etrafında şekillenmiştir. Halifeler döneminde bu görev her türlü istibdadî tutumun dışında olarak cereyan etmiş, tarihi olaylar ise tarihte gerçekleştiği üzere seyretmiştir. Risale-i Nur İslam’ın siyasi yaklaşımlarını yaşanan sürece tatbik ederek sağlıklı çıkarımlar yapmış; bu çerçevede mesela meşrutiyet ilan edildiğinde bunu İslam namına onaylamış, Risale-i Nur müellifi cumhuriyet döneminde kendisinin dindar cumhuriyetçi olduğunu söylemiş, çok partili hayata geçince ısrarla ve sıklıkla demokratlığa vurgu yapmıştır. Mesela Sünuhat’ta şunu söylemiştir: “Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vahid idi… Şimdi ise zaman cemaat zamanıdır. Hâkim ruh-u cemaatten çıkmış az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı manevidir ki, şuralar o ruhu temsil eder” (Sünuhât [Eski Said Dönemi Eserleri içinde], s. 252). Böylece Risale-i Nur hilafete ait siyasi konularda yaşanan zamana uygun çözümler üretmiş, her çeşit baskı ve zorlamayı reddetmiş, demokrasi ve meclise atıfta bulunmuştur. Dolayısıyla bir bakıma “beşinci halife” unvanına uygun bir rehberlik ortaya koymuştur.