15 Temmuz 2016 tarihi, gece saat 22.00 civarında, hanımla beraber sokaktan eve doğru geliyoruz.
Tam o anda, Ankara’da bulunan kızım aradı. Ağlamaklı, panik ve korkulu bir şekilde; “Baba, ihtilâl oluyor!” dedi. Şaşırdım, “Ne ihtilâli kızım? Bu saatte ihtilâl mi olurmuş?” deyip, buna mümâsil şeyler söyledim. Fakat ısrar etti. “Baba, evimin (Gölbaşına 10 km.) çok yakınından jetler geçti. Çok korkunç ses çıkardı. Yatağa uzanmıştım. Korkudan, yataktan düştüm. Elektrikler de kesildi. Önce, deprem oluyor zannettim. Fakat, arkadaşlarım yazdı, ihtilâl olduğunu, eve girince, hemen TV’yi açıp bakın, çok korkuyorum!” dedi. Yalnız yaşıyordu, tabiî zordu.
Ama Türkiye’nin ilk hain, 60 ihtilâlinde 7 yaşımda, 12 Mart’ta 17-18 yaşımda, 12 Eylül’de ise 27 yaş içindeydim. Ve hepsini de Ankara’da geçirdiğimden, ihtilâllerin başşehrinde olduğumdan, gayet iyi hatırlıyordum ve kızıma ısrarla, bunun ihtilâl olamayacağını, o hain hareketlerin hep millet derin uykudayken, gece yarısı olacağını söylemiştim. İhtilâl hareketlerinde iyi kötü tecrübemiz vardı.
Eve yaklaşırken, aklıma hemen o eski ihtilâller geldi. “12 Mart ve 12 Eylül sabahında namaza kalktığımızda öğrenip, hemen radyoyu açmıştık. Hasan Mutlucan’dan kahramanlık türküleri ve mehter marşları çalıyordu. Şimdi Mutlucan da ölmüştü. Acaba, kime türkü okutacaklardı? Yine mehter marşı çalacak mıydı? 27 Mayıs’ın Gn. Kurmay Başkanı Cemal Gürsel. 12 Mart’ta Memduh Tağmaç. 12 Eylül’de Kenan Evren. Bunda da Hulusi Akar mı, ihtilâlin başıydı acaba?
Onu, Gn. Kurmay Başkanı olarak, Erdoğan tayin etmişti. Ona, bunu nasıl yapar da ihtilâle teşebbüs ederdi? Hem de milletin uyanık olduğu saatte....” daha bunun gibi, ihtimal ve fikir teatisiyle eve girdik.
Hemen TV’yi açalım dedik. Ama bir dakika, hangi TV’yi açağız? 27 Mayıs’ta, Türkiye’de TV neşriyatı başlamamıştı. 12 Mart ve 12 Eylül’de sadece “elimiz mahkûm” TV vardı. Yani, sadece tek kanallı TRT. Şimdi ise bir sürü kanal. Neyse, birini açtık, birine geçtik derken TRT TV bir şeyler söylüyor, diğerlerinin bazısında var, bazısında yok. Nasıl bir ihtilâl, bakalım Gn. Kurmay Başkanı mı ihtilâl konuşmasını yapacak derken, ortalık bir muamma. Kimin eli kimin cebinde, belli değil. Tam bir kargaşa. Devletin en üst kademe idarecileri ortada yok. Gn. Kurmay Başkanı yok. TRT’deki kadın spikerin suratı allak-bullak bir hâlde, bir şeyler okuduğunu görüyoruz. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh Konseyi” diye bir ucubeden bahsediyor. İçimden, sözün sahibi de aklıma gelince, “Hah, demek, ordu içindeki Kemalistler yapıyor bunu” dedim. Ama başları kimdi? İhtilâl beyanatını, Gn. Kurmay Başkanı okumadığına ve ortada görünmediğine göre, yoksa, “Talat Aydemir ihtilâl teşebbüsü benzeri”, bir başıbozuk hareketi miydi bu?
Neyse, bir kaç saat sonra, devletin üst kademesi ortaya çıkmaya başladı. Kimi düğünde, kimi tatilde, Gn. Kurmay Başkanı ihtilâlcilerin elinde mevkuf. Derken, ortalık toz-duman. Millet sokağa dâvet ediliyor. Neyin ne olduğu belli değilken, sonradan, bunu yapanların, o zamanki icad edilen isimleriyle “Paralel yapı”cılar olduğu ilân ediliyor. (Daha sonra da tabiî, o isim yerine ikame edilen Fetocular olarak söylenegeldi.) İçimizden, “Kim yaparsa yapsın; bu millete, bu devlete, karşı böyle bir harekette bulunanı Allah kahretsin!” dedik. Yeni Asya olarak, bütün ihtilâllerin karşısında olduğumuz gibi, her ne olursa olsun, seçimle gelen meşrû hükümetler seçimle gitmeliydi. İhtilâller gibi zorbalıkları tasvib edemezdik.
Daha sonraki müddet, hepimizin bildiği gibi devam etti. Cumhurbaşkanının ifadesiyle, “at izi, it izine karıştı.” Öyle enteresan şeyler duyduk, yaşadık ki, insanın şaşırası geliyor. Bir gün Ankara’da, otobüsle gidiyorum. Arka sırada oturan iki genç konuşuyor. “ oğlum bak bizim kuaför ( ismini söylüyor) akşama kadar hem hükümete, hem herkese , sayar söverdi. Solcuydu biliyorsun. 15 Temmuz gecesi, meclisin yanından, Dikmen’ e doğru, arkadaşlarıyla gidiyormuş. Birden kolunda, bir küçük acı hissetmiş. Yukarıdan atılan bir patlayıcı mı, mermi mi kolunu sıyırmış. Hiç ilgisi yokken, gitmiş hastahaneye rapor almış. Ondan sonra, bizimki oldu mu ‘15 Temmuz gazisi’ her şey bedava, gazi kartı almış. İkiyüz bin lira ikramiye vermişler. Bir de, devlet dairesinde iş vermişler. Oh ne güzel memleket. “ diye, arkadaşına anlatıyordu. Duyunca çok şaşırdım. Bu nasıl bir işti böyle?
Evet, maalesef bir çok şeyde, kurunun yanında yaşlar yandı. Görülen her salkım, üzüm zannedildi. Senelerin komitacısı Doğu Perinçek, bir lâf yumurtladı. “Hayatımın, en güzel günlerini yaşıyorum” diye. Niye? Çünkü, eskiden bu millete, dindarlara, daha ziyade Kemalist güçler tarafından yapılan hareketle, bu hareket farklı bir şeydi. Sanki, eskiden beri Kemalist fikirde olanların yapmaya çalıştığı, dindarı dindara kırdırma hareketi için, zil takıp oynuyorlardı.
Bu hareketten bir müddet sonra, o zaman Başbakan Yardımcısı olan Tuğrul Türkeş, bir TV programında, “Babanızı da Feto öldürtmüş” denilince, kızarak “Yok öyle bir şey. Eğer, her şeyi Feto yaptı derseniz, o zaman, gerçek suçluyu gizlersiniz. Yolda arabanın amortisörü patlasa Fetocular yaptı diyorlar. Böyle yaygın bir hava var. Cadı avına döndürülüyor bu iş. Bunu çok sakıncalı görüyorum” demişti.
Bu ve bunun gibi bir çok karışık, haksız, zulüm gibi hadiselerin gelişmesine sebeb olan bu hain kalkışmanın 4. senesinde, bu menfur 15 Temmuz hadisesini lânetliyor, müsebbiblerini de Allah’a havale ediyoruz.