Allah’a şükür, Ankara’ya her gelişimizde, hayırlı bir işle karşılaşıyoruz.
Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin talebelerinden bazılarının Ankara’daki kabristanlarda defnedildiğini biliyorduk. Bunları da, Ankara’nın en eski mezarlığı olan, Gülveren semtindeki “Cebeci Asrî Mezarlığında” tahmin ediyorduk. Fakat, Üstadın “yeğeni, talebesi, mânevî evlâdı” Abdurrahman Nursî’nin, tam nerede olduğu bilinmiyordu. Ama öyle olmasına rağmen, malûmatı olanlara sorduğumuzda, esas ismi “Zülfazl” olan ve bu köyde doğan Hacı Bayram-ı Velî’den ismini alan (faziletli zat mânâsında); daha sonra da M. Kemal’in, ismini mânâsız bir şey olan “Solfasol” ile değiştirdiği, şimdilerde mahalle olan, Çubuk Barajı yolundaki o mahallede olduğu söyleniyordu. Biz de, bunu tâkib ediyorduk. Nihayet, bu yaz mevsiminde yeri tesbit edilerek, mezarının dahi yapıldığını da öğrenince, eski talebelik zamanı arkadaşlarımızla konuşup, “Beraber gidelim” demiştik. Bu son gelişimizde, arkadaşlarımızı aradık. Hastalık vs. gibi mazeretleri olduğundan, bana iştirak edemediler. Ama ben de, her zamanın fedakârı, Ankara’nın hizmet kahramanı “Mehmed Yılık” kardeşimi aradım, Cum’a namazı sonrası Bayram Yüksel ağabeyin 27 dershanesinde, Ömer Tuncay ağabeyin sohbetinde buluşmayı kararlaştırdık.
Bu bereketli Cum’a gününde, namazdan evvel, rahmetli annem ve akrabalarımın, Cebeci Asrî Mezarlığındaki kabirlerini ziyâret ettim. Cum’a namazını Hacı Bayram-ı Velî Hazretlerinin camiinde kılıp, 27’deki sohbete geçtim. Orada Mehmed kardeşle buluştuk. Diğer arkadaşlara da niyetimizi söyledik ve gelmek isterlerse götürebileceğimizi ifade ettik. Sadece “Nabi Turak” kardeşimiz bize iştirak etti.
Zülfazl’e geldik, mezarlığı bulduk. Ama Abdurrahman Ağabeyin kabrinin yerini bilmiyorduk. Caddenin iki tarafında, en az bin tane mezar vardı. Mezarlığın etrafında bir tur attıktan sonra “Tevekkeltü alelallah!” deyip, küçük bir kapıdan içeri girdik. Her zaman sağ tarafı tercih eden ben, bu sefer sol tarafa teveccüh ettim. Kardeşler de, beni tâkib ederek peşimden geldiler. Biraz gittikten sonra, bir yerde durduk. Acaba neredeydi, yolun karşı tarafında mı, burada mı? Bir baktım, karşımda, az yukarıda, ayna gibi parlayan bir mezar taşı. Üstünde de “Abdurrahman Nursî” yazıyor.
![](/Sites/YeniAsya/Upload/images/Content/2022/10/24/zengin1.jpg)
Artık, okumalarımızı üç koldan yaptık. Sonra ayrıldık. Bunu da bir kaç yerde arkadaşlara ilân ettik. Tabii arkadaşlarımızın hepsi sevincini izhar etti. Bir arkadaşımız itiraz edip, kaç senedir bulunamayan kabrin, nasıl bulunduğunu, DNA testi filân yapılmasını söyledi. Ben de, Üstadın kardeşi, Abdülmecid Ünlükul’un torunu Seyda kardeşe sordum. Onun verdiği cevab güzeldi: “İnanıp inanmamak o kişinin tercihidir abim. Maksad hâsıl olmuş, mezar yapılmış ve sizler de gidip dua etmişsiniz. Rabbim dualarınızı ve dualarımızı, Abdurrahman amcama iletecektir, kalbiniz mutmain olsun...” diye cevab verdi. Aklıma, Üstada sorulan sakal-ı şerif hakkındaki cevabı geldi. “Eğer bir saç hakikî olarak Lihye-i Saadetten olmazsa, madem zâhir hâle göre öyle telâkki edilmiş ve o vesilelik vazifesini yapıyor ve hürmete ve teveccühe ve salâvata vesile oluyor; kat’î senetle o saçın zâtını teşhis ve tayin lâzım değildir. Yalnız, aksine kat’î delil olmasın, yeter. Çünkü telâkkiyât-ı âmme ve kabul-ü ümmet, bir nevi hüccet hükmüne geçer.”
Aynen öyle de, aksi isbat edilemezse, bu kabrin Abdurrahman Ağabeye ait olduğu, bir kaç koldan yapılan istihraclarla, orası olduğunda ittifak edilmiştir. Kabrin bulunması da, yapılması da, bir kaç gün yapılan istihare ile olmuştur. İşte, bu zatlarla da görüştük. Ayrıca bu vesileyle, Üstad ile sağlığında müşerref olan “Mehmed Mandal” ağabey ile de bir röportaj yaptık. Onu da inşâallah sizlere takdim edeceğiz.
Bu arada, Abdurrahman Ağabeyin kabrinin Ankara’da olmasını merak edenlere ve onun ile alâkalı (Ankara’da kalması, evlenmesi, çocukları vs.) bazı malûmatları da, şimdi fazla uzatmamak için başka bir makalede temas etmeye niyetlendik inşâallah.