Postacı olmak... Hele hele nûrun postacısı olmak, apayrı bir duygu. Apayrı bir lezzet...
Onun tadını ancak sevgisini gönül ikliminde hissedenler, yaşayanlar bilir..
Dâva, dikenler ucunda gül açabilmek davasının meftunları sayesinde bu ulvî mertebelere ulaşabilmiştir. Davaya gönül vermek, davasının derdiyle dertlenmek, ancak, “er kişinin” himmetiyle olmaktadır.
Er kişi, “kimin himmeti milleti ise, o tek başına bir millettir” düsturunu kendine prensip edinmiş kişilerdir. Bu kişiler için hizmet yolunda, her engel aşılabilir. Her ne olursa olsun, sıkıntıları aşmak için mutlaka bir yol vardır, hizmette fanî olanlar için.
Rahmetli Ali Ulvî Kurucu’nun, “Tarihçe-i Hayat’ın ön sözünde dediği gibi, hizmet erleri için hayat, her daim “Kar, kış demez, irkilmez, üzülmez, acı duymaz, mevsim, bütün ömrünce ılık gölgeli bir yaz....”
Onlar için, hizmetlerin bahanesi yoktur. Davasının derdiyle dertlenenler, yerinde duramaz, hal ve hareketlerinde her an bir canlılık vardır. Halet-i ruhaniyelerinde, hiçbir zaman negatif düşünce olmadan daima pozitif duygularla dolu bir şekilde hizmete koştururlar.
Bildiklerini, hissettiklerini, muhtaç olan gönüllere ulaştırmak için, âdeta gece gündüz demeden, ellerinde nûrun medyadaki dili Yeni Asya ve gönüllerinde, Risale-i Nur’un eserleriyle koşup dururlar.
İşte sizlere iki ‘Nur Postacı’sı: Ömer Öcalan ve Mehmet Emin Salbaş.
Ve bunların şahsı manevîsi içinde nice, Kâmiller, Muzafferler, Mevlütler, Salihler var. Ve daha onlarca nûrun isimsiz kahramanları...
Hizmet yolunda, dâvâ uğrunda, onlar ve diğerleri için, bütün mevsim gerçekten ılık gölgeli bir yaz.
Evet, bu dâvâ gönül işi. Bu dâvâ er kişinin işi. Bu dâvâda bir nefer olmak, gönüllerde taht kurmak!
Rabb’im bizleri, bu ulvî dâvânın bir neferi eylesin... Amin.