Belki malumunuzdur, Osmanlının en parlak döenmlerini yaşatan Kanuni Sultan Süleyman, hükümdarlığı kadar edebi yönüyle de meşhurdur.
Nitekim, edebi yönünü de yer yer kullanmayı ihmal etmez ve Muhibbi mahlasıyla şiirler de yazardı.
Bir gün sarayın bahçesindeki armut ağaçlarını kurutan karıncaların öldürülmesi için zamanın Şeyhülislâmı Ebussuûd Efendiden fetva talebini veciz bir şekilde ifade eder:
“Dırahta ger ziyân etse karınca
Zarar var mıdır ânı kırınca?”
Bu belagatlı söyleme Şeyhülislâmı Ebussuûd Efendide aynı belagatla cevap verir:
“Yarın Hak’kın divânına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca.”
Bu cevaptan karıncaların dahi hakkının korunduğu ve hukukun üstünlüğünün benimsendiği bir hukuk sistemi akla gelebilir. Ama bizce asıl düşünülmesi gereken Ebussud’un fetvasından çok, zamanın en büyük devletinin başında olan ve bir emriyle savaşlar başlatan, kelleler alabilen bir hükümdarın sarayın bahçesindeki karıncaların öldürülmesi ile ilgili fetva talebinde bulunmasıdır.
Bu bilinçaltı bizlere, hukukun üstünlüğünün ve “Hak”ın küçük büyük olamayacağının, kanun karşısında eşitlik ilkesinin ve temel hukuka dair tüm hakların çağlar öncesinden günümüze bir seslenişi olsa gerek.
***
Peki neydi koskoca dünyayı titreten koca Sultan Süleymanı bir karınca karşısında titreten? Hukukun üstünlüğünü “zaten” kabul dilmesi gereken bir zorunlu hale getiren? Haddi hududu belirleyen efkar nasıl ve nasıl bu derece hassas oluşmuştu zihinlerde? Daha da güzel bir soru olarak koskoca Padişahın gözünde karıncayı büyük yapan tam olarak neydi?
Sorunun sırları Bediüzzaman Said Nursi’nin şu cümlelerinde yatıyor olabilir mi?
“Hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Evet, Hakkı tanıyan, Hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Zira Hakkın hatırı âlîdir, hiçbir hatıra feda edilmemek gerektir.”
Karıncanın arkasındaki gücü bilenin, O güç sahibini gücendirmemek adına, O büyüklüğe hürmeten yaşadığı tereddüdü; acaba bugün her türlü hakkı ihlal eden güç sahiplerinin kaçta kaçı yaşamaktadır? Farkındalık eksikliği mi, yoksa umursamazlık mı? Yoksa hakikatten uzaklaşmak mı? Cevapları değil belki ama “hakikati” sanırım yine Bediüzzaman Said Nursi’nin şu sözlerinde aramak gerek: ”Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım! Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir.”
Ne mutlu attığı her adımda Hakkı, Hakikati ve Hukukun (Şeriatın) gerçek sahibini her daim gözetenlere!