Emre ve sünnete uygun kıyafet konusunda ehl-i imanın bilhassa bu asırda yaşadığı kafa karışıklığını gidermenin çaresi elbette öncelikle öncü rolündekilerin sünneti bilmesi ve ona riayet etmesidir.
Sünnet-i Seniyyeyi ve bilhassa şeairin hukukunu müdafaa ve bunları kendilerine rehber eden Nur Talebelerinin, müfrit ehl-i imanla sarık ve cübbe konusunda olduğu gibi çarşaf konusunda da zaman zaman yaşadığı tartışmalar ve görüş farklılıklarının bir bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor olması mümkündür.
Bu sebeple aşağıda bu bilgilenmeye katkı yapmaya çalışacağız.
Çarşaf kelimesinin aslı Farsça “çhar-şaf” olup dört tarafı kapatan örtü demektir. Yatak çarşafı bu mana için tam uygundur. Kıyafet olan çarşaf da vücudu tam olarak örttüğü için bu ismi almış olsa gerektir.
Kıyafet olan çarşaf geleneksel olarak düz siyah ya da düz beyaz renk olur. Ancak renginin ve düz mü desenli mi olduğunun dinen bir önemi yoktur. Nitekim hacca gidenlerin de gördüğü üzere İslâm dünyasında çarşafın farklı renkleri ve formları da vardır.
Üstadımız Risalelerde imanî bahisler içinde çok yerde, çarşafı, yeryüzünün baharda giydiği süslü elbisenin adı olarak zikrediyor. Bu kullanım biçimi bazen yatak çarşafını ve bazen de hanımların kıyafetini çağrıştırıyor.
Ayrıca Tesettür Risalesi’nde de Üstad “Tesettür kadınlar için fıtrîdir” dedikten sonra “Ve tesettürle, nâmahremin iştahını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zayıf hilkati emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kalesi, çarşafı olduğunu gösteriyor.” demektedir.
Aynı Risaledeki bir mektupta da kadınlar için “Fıtratlarıyla ve zayıf hilkatleriyle nâmahremlerden şiddetli korkarlar ve çarşaf altında saklanmaya kendilerini mecbur bilirler” denmektedir.
Tesettür için çarşafın “mecburî” olduğunu ve bilhassa ancak siyah olanının tesettürü sağlayacağını, dolayısıyla örtünmeyi sağlayan diğer dış kıyafetlerin İslâm’a aykırı olduğunu düşünen mü’minler vardır. Az da olsa bazı Nur Talebelerinin de benzer fikirlere sahip olduğunu anlayabiliyoruz.
Ancak Risalelerden verdiğimiz ve açıkça çarşafı zikreden yukarıdaki iki cümle, zannımızca, “hanımların dış örtüsünün çarşaftan ibaret olduğu” yolunda bir “hüküm çıkarmaya” müsait değildir.
Hatta İhtiyarlar Risalesi’ndeki şu cümlelerde Üstadımızın parantez içine koyduğu “elbise” açıklaması, Risale-i Nur’un kendi hususî ıstılahında ve bilhassa yukarıdaki iki cümlede “çarşaf” ile kast edilenin sadece “bilinen anlamda çarşaf”tan ibaret olmadığını da gösterir gibidir:
“… herkesi zevâliyle ağlatan ve herkesi kendine meftun ve müştak eden ve günah ve gafletle geçen ve geçmiş gençliğime baktım. O güzel, süslü çarşafı (elbisesi) içinde gayet çirkin, sarhoş, sersem bir yüz gördüm.”
Bu cümlede “çarşaf”a yüklenen “güzel ve süslü” sıfatları da ayrıca dikkat çekicidir. “Çarşaf çarşaftır, güzeli çirkini olmaz, süslüsü sadesi olmaz” dememizi engellemektedir.
Ancak çarşafı yermek isteyenlerin kullandığı “kara çarşaflı” tabiri ve “karafatma gibi …” hakareti, çarşafın da güzel olabilirliğine ilişkin bu algıyı önemli ölçüde değiştirmiştir.
Öte yandan unutmamak lâzım ki ahlâksızlık yapmak isteyene çarşaf bile mani olmamaktadır.
Sivas yöresinin şu türküsündeki çarşaf suistimali meselesi meşhurdur:
“Dama vurdum çatmayı
Seslen gelsin Fatma’yı
Fatmam nerden öğrenmiş
Çarşaftan kol atmayı”
Ayrıca biliyoruz ki, zındıka komiteleri büyük oyunlar oynayarak çarşafı ehl-i imana bile “öcü” gibi göstermeyi başarmıştır. Çarşafta ısrar, çoğu zaman iman hakikatlerinin muhataplarına ulaştırılmasının önünde bir bariyer gibi durmaktadır. Bilhassa Batıda algı maalesef bu yöndedir.
O halde tesettürün sadece çarşafla ve hatta sadece siyah renkli çarşafla olacağını düşündürecek şekilde ısrarlı olmak hem dinî tebliğe ve hem de şeairin imajına faydadan çok zarar vermektedir.
Nur Talebesi Hanımlarımızın kıyafet konusunda hadd-i vasatı temsil eden tercihlerini ehl-i imana izah edebilir olmaları bu sebeple özellikle önemli görünmektedir. Bu öncü rol aynı zamanda ittihad-ı İslâmı temin için de mühimdir.