DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR.ÖMER ÖNBAŞ: Risale-i Nur, bilim dallarına ve bilimsel araştırmalara Allah hesabına baktırır. Bediüzzaman, Kastamonu’da yanına gelen lise talebelerine her fennin, nasıl Allah’ı tanıttırdığını gösterir, “Muallimleri değil fenleri dinleyiniz.” telkini ile fenlere orjinal bir bakış açısı getirir.
Bediüzzaman'ın Bakışıyla Eğitim - 7
DİZİ: MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ
[email protected]
***
Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
1970 yılında Erzurum’da doğdum. İlkokul, ortaokul ve lise tahsilimi Düzce’de tamamladım. Tıp tahsili için tekrar Erzurum’a döndüm. Erzurum’da radyoloji ihtisasını tamamlayıp akademisyen olarak devam ettim. 2009’dan bu yana Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde akademisyen olarak çalışıyorum. Evliyim ve dört çocuk babasıyım. Risale-i Nur Enstitüsü ve Köprü dergisi kapsamında çalışmalar yapmaktayız.
Bediüzzaman’ı nasıl tanıdınız? Eserleri ve değerli şahsiyeti ile birlikte, bir değerlendirmede bulunur musunuz?
Çok şükür çocukluğumuzdan beri evimizde Risale-i Nur’lar vardı ve Nur dersleri yapılırdı. Ancak Risale-i Nur’ların yüksek bir ilim ihtiva ettiğini ve farkındalığını hissetmem özellikle üniversite tahsil sürecinde oldu. Bediüzzaman Millî Mücadele’ye katılmış bir kahraman, savaş meydanında kitap yazmış bir âlim. İçi dışı şeffaf tam bir rehber. Kendisinin ifadesiyle ‘en büyük hileyi hilesizlikte bulan’ ve tüm hayatında yalana, tekellüfe tenezzül etmemiş; Risale-i Nur’da ne yazılmışsa bizzat kendisi hayatıyla yaşamış samimi bir şahsiyet. Onun Van’da ikende bölgede şöhreti var. Fakat umuma mal olması gereken fikirleri de var. O, İslam âleminin içler acısı durumuna çok üzülüyor. Teşhisi koymuş, tedaviyi Kur’an’dan çıkarmış. Cehalet, zaruret ve ihtilaf üç düşman. Sanat, marifet ve ittifak tedavi yöntemi. Asırdaşları iç düşman-dış düşman ararken Bediüzzaman pansuman tedbirleri ile meşgul değil. Köklü çözümler teklif ediyor. Daima ve azimle müspet hareket prensibini savunmuş. Bu orjinal fikirlerin umuma mal olması için İstanbul’a geliyor. Kendi kabuğundan çıkıp başta gazete lisanı ile bu çözümleri insanlara duyuruyor. Tüm fikirlerini Kur’an’a ve Asr-ı Saadet’e dayandırıyor. O zamanki ismiyle ‘meşrutiyet’ denen demokratik cumhuriyeti tamamen İslamî referanslarla savunuyor.
Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam!
Kendi hayatını üç döneme ayırıyor: Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said. Eski Said Dönemi, Kur’an referanslı hürriyet, adalet, meşveret anlayışının temellendirildiği dönem. Daha sonra Risale-i Nur’la gelen iman hakikatleri bu temel üzerine bina edilecek. Nasıl ki bilgisayarda bir programın çalışması için alt yapının ve o programı kaldıracak bir işletim sisteminin öncelikle hazırlanması şarttır; sonra o program sorunsuzca indirilebilir ve problemsiz çalışır. Bediüzzaman’ın da hayatına bakıldığında önce hürriyet, adalet ve meşveret kavramlarının yerleştiği bir alt yapının oluştuğunu görüyoruz. Hz. Ali’den hakiki adalet, Hz. Hüseyin’den şer’î hürriyet dersini almış; “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam!” şiarı. Ekmeği ve menfaati önceleyen bu asra verilen bu en büyük mesaj ve hürriyeti imanın hassası gören bu anlayış işletim sisteminin ana umdesi olarak görünüyor. Günümüz insanının bu anlayışa çok ihtiyacı var. Fakat bu anlayış, doğru tanıtılamamış. Bediüzzaman’ın takipçileri onun hürriyet, adalet ve meşveret anlayışını vurgulayarak toplumda öncelikle bu duyguları uyandırmalı. Bu, çok önemli. Risale-i Nur ilmi, ancak bu temel üzerine oturur ve şahs-ı manevî anlayışı ile yaşanır ve taşınır.
Nurlarla yüzleşilmiyor
Nitekim kendisi de skolastik bataklığına saplanmış bir medrese hocası zannedilmekten yakınıyor. Bu durum, günümüzde de Risale-i Nur’ları ve Nurcuları skolastik bataklığında gösterme gayreti olarak yansıyor. Oysa ki bir fikir kuvvetle, yalanlarla değil ancak ona mukabil bir fikirle çürütülebilir. İlmî çevrelerce Risale-i Nur’un ilmî yönü görülmüyor ya da görmezlikten geliniyor, Nurlarla yüzleşilmiyor. Cemil Meriç’le, Şerif Mardin’le kısmen bu kapı aralandı. Oysa ki insanın maddi ve manevi ihtiyacı arttıkça özündeki acizliğin ve fakirliğin mahiyeti fenlerle ortaya çıktıkça (kuantumun ezberleri bozması ve koronanın gururumuzu kırması böyle bir süreçtir) mevcut çözümler kifayetsiz kalıyor. İnsanın kendini, hayatı, ölümü anlamlandırması ve kendisini teselli eden çözümler bulması lazım. Nasıl ki insanlık, problemlerinin çözümlerini keşfetmek için geceli gündüzlü çalışıyor; her yeri hatta semayı bile araştırıyor; elektrik gibi hiçbir yere sığmayan şeyi bulduğu gibi umumun malı olan Risale-i Nur madenini de bulacak; Kur’an medeniyetinin güzelliği ile tanışıp, insanca yaşamayı tadacak.
Fenler sanki Kur’an’a muarız gibi gösteriliyor
Yüzyılımıza damgasını vuran Said Nursi, gerek şahsî tutumuyla ve davranışıyla gerekse telif ettiği eserler olan Risale-i Nur’larla ne yapmak istemiştir? Neyi gerçekleştirmek için mücadele etmiştir?
İslam âleminde bin yıldır biriken problemler, son asırda gün yüzüne çıkmış; imana ait şüpheler olarak tezahür ediyor. Klasik yaklaşımlar yeterli değil, ihtiyacı karşılamıyor. Fenler sanki Kur’an’a muarız gibi gösteriliyor. Dalalet, fennin ve felsefenin organize şekilde dinsizce yorumlanmasından geliyor. Günümüz sorunlarına tam cevap veren yeni bir Kur’an yorumuna ve medeniyet bakışına ihtiyaç var. Bilgisayar örneğinden gidersek; nasıl ki bir program, kullanıcıların sorularına ve sorunlarına cevap verdiği ölçüde günceldir. Çeşitli versiyonlar ve ara yüzler ile programın özünde olan çözümleri kullanıcıya ulaştırır, o günün ihtiyaçlarını karşılayıp kullanıcıların sorunlarını çözer. Bütün bu çözüm versiyonları ana program hesabınadır, ondaki bilgileri yansıtır. Müceddidler de kendinden bir şey katmaksızın o asıl programdan zamanın sorularına ve sorunlarına uygun cevapları çıkaran ‘refresh’çilerdir.
Gözler de gözlerin gördüğü de Allah’ındır
Eserlerinde, ilim ile imanı imtizaç ettirerek, insanlığa vermek istediği Kur’ânî mesaj, sizce nasıl bir önem arz etmektedir?
Tek göz biyolojik olarak eksikliktir. Çünkü derinlik, geniş görüş açısı, üçüncü boyut ve çözünürlük gibi birçok özellik tek göz bakışında kaybedilir. Sâni-i Hakîm başta insan olmak üzere birçok mahlukatın mükemmel görüşü için birden çok göz halk etmiştir. Hatta arı gibi hayvanatın binlerce gözü vardır. Fakat bu gözler farklı açılarla farklı görüntüler alsalar da beyinde görme tek olur. Yani farklı açılarla bakan iki gözümüzün görüntüsü füzyon edilerek ortak görüntüye dönüştürülür. Gözler de gözlerin gördüğü de Allah’ındır. Günümüz insanın gözleri birleştirme sorunu vardır. Yani fenlerle aldığı ilmi bir göz, dinle aldığı ilmi diğer göz kabul edersek günümüz materyalist anlayış bu birleştirmeden mahrumdur. Risale-i Nur’da fen ilimleri aklın nuru; din ilimleri vicdanın ziyası olarak nitelendirilir. Hakikatin ışığı bu ikisinin mezcedilip kaynaştırılması ile ortaya çıkacaktır. Hem taassuptan hem de şüphelerden kurtulmanın başka çaresi de yoktur. Yani Risale-i Nur hayata ve kainata her iki gözle bakıp tek bir görüntü oluşturma sanatıdır. Rabbimiz kâinatın maliki olduğu gibi vahyin de sahibidir. Bütün fenler, Hakîm isminin bir lem’asından ve tecellisinden ibaret kanunlardır. Her kanun, bir kanun koyucuyu hatırlatmalıdır. Bunun için kanunla kanun koyucu, beraber talim edilmelidir. Her ilim ve fen adamı, meşrep ve meslek sahibi, alanıyla ilgili marifetullah delillerini çıkarmalıdır. Günümüz insanını, Müslümanlığı cami içerisine hapsetme ve hayatı materyalist bir gözle yaşama yanlışından kurtaran; hayatın 7/24 her anını huzurda olma bilinci ile taçlandıran; bu kulluk öğretisidir.
Malumatlar, marifetullaha dönüşürse kişide müspet davranış değişikliğine vesile olur
Bediüzzaman’ın en önemli özelliklerinden biri de, eğitime çok önem vermiş olmasıdır. Bu konuyu biraz açarak değerlendirir misiniz?
Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle devir ‘malikiyet ve serbestiyet’ devridir. İnsan bu kâinatın en değerli varlığıdır. Her birimiz Esma-i Hüsna’nın ayrı ayrı cilvelerine mazharız. Her fert, kendisini hemcinslerinden ayıran özel niteliklerle yaratılmış olduğundan; eğitimde de bu kişisel farklılıklar ve hususî nitelikler göz ardı edilmemelidir. Eğitimin;öğrencilerin sorularına cevaplar bulabildikleri ve öğrendiklerini pratiğe döküp kalıcı hale getirebildikleri, hürriyet asrına uygun, öğrenci merkezli bir sistemde olması önemlidir.
Bediüzzaman’ın eğitim hayatına bakıldığında hürriyete çok önem vermesi, tahakkümü kaldıramaması manidardır. Hürriyet, meşveret zeminini ve şahs-ı manevi anlayışını doğuracaktır. Çünkü muazzam hakikatler şahıs marifetiyle taşınmaz. Tesanüt eden bir şahs-ı manevî ile taşınabilir. Hürriyeti esas alıp ortak aklın gücünü elde edenler söz sahibidirler.
Öğrenilen bilgi bireyde müspet davranış değişikliği oluşturuyorsa eğitim, amacına ulaşmıştır. Yoksa o bilgi, kuru odun yığını hükmündedir. Hz. Ali’ye izafeten söylenen: “İlim bir noktadır; cahiller onu çoğaltır.” vecizesi veya Yunus Emre’nin: “Okumaktan mana ne, kişi Hakk’ı bilmektir/ Çün okudun bilmezsin, ha bir kuru emektir.” dizeleri, ilimlerin marifetullahı netice vermesi gereğini vurgular. Nur Risalelerine çok müştak ve onların mütalaasından intibaha düşen bir doktora yazılan mektupta bu durum şöyle izah edilir:
“Bilirsin ki; ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur. Acaba benim gibi sen dahi kafanı teftiş etsen; malumatın içinde ne kadar lüzumsuz, faydasız, ehemmiyetsiz, odun yığınları gibi camidşeyleri bulursun. Çünkü ben teftiş ettim, çok lüzumsuz şeyleri buldum. İşte o fennî malumatı, o felsefî maarifi; faydalı, nurlu, ruhlu yapmak çaresini aramak lazımdır. Sen dahi Cenab-ı Hak’tan bir intibah iste ki, senin fikrini Hakîm-i Zülcelâl’in hesabına çevirsin; tâ o odunlara bir ateş verip nurlandırsın. Lüzumsuz maarif-i fenniyen, kıymettar maarif-i İlahiye hükmüne geçsin.” satırları bilginin pratikte nasıl kullanılacağını ve hale tesir ederek nasıl marifetullaha dönüştürüleceğini ifade eder. Malumatlar, marifetullaha dönüşürse kişide müspet davranış değişikliğine vesile olur; bireyin ve toplumun kemalatına yol açar.
Risale-i Nur, bilim dallarına ve bilimsel araştırmalara Allah hesabına baktırır. Bediüzzaman, Kastamonu’da yanına gelen lise talebelerine her fennin, nasıl Allah’ı tanıttırdığını gösterir, “Muallimleri değil fenleri dinleyiniz.” telkini ile fenlere orjinal bir bakış açısı getirir.
Bediüzzaman,fen ilimleri ile ve din ilimlerinin buluştuğu Medresetü’z-Zehra isimli eğitim anlayışı ile; kütüphaneler dolusu kitaplar ve bunları keşfetmede verilen emekler, güzel bir niyet ile anlamlandırılmış olacaktır. Peygamberimizin (asm): “Bir an tefekkür, bir sene nafile ibadetten hayırlıdır.” teşviki, ilimlerin ve keşiflerin de güç kaynağıdır.
YARIN: PROF. DR. SUPHİ DENİZ