"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Helal gıda anlayışı gelişti

Mustafa NUTKU
12 Mart 2016, Cumartesi
“Helâl” kelimesi, dinî bir terimdir. Son on yılda ülkemizde helâl gıda anlayışında “gelişme” halleri de, “gelişmeme” halleri de olmuştur. Bunları hatırlatmakta fayda var.

Son on yılda ülkemizde helâl gıda anlayışında “gelişme” halleri de, “gelişmeme” halleri de olmuştur. Bunlardan bazılarına işaret etmekte lüzum ve fayda vardır.    

1- Üç kıt’ada milyonlarca kilometrekareye yayılmış, dünyanın bir numaralı süper devleti olan Osmanlı Devleti’nden bugünkü Türkiye’ye gelince, yakın zamana kadar devam eden askerî vesayetten kurtulmak ve başka bazı dünyevî faydaları için Türkiye devletinin temsilcileri tarafından Avrupa Birliği’ne girmek istenilmiştir ve bunun için de yıllardır çalışılmaktadır. Bu çalışmalardan bazı dünyevî faydalar elde edilirken, bilhassa manevî yönden olabilecek zararların da göz ardı edilmemesi gerekmektedir. 

Avrupa Birliği’ne uyum için Türkiye hukuk sisteminde yapılan mevzuat değişikliklerinin neticesi olarak, İslâmın helâl saymadığı bazı şeyler de, ülkemizde yürürlüğe giren yeni resmî mevzuatla yasaklanamaz hale geldiği açık bir gerçektir. Bu süreçte devletimiz tarafından yasaklanamaz hale gelenlerden bazıları gıdalarla ilgilidir ve bunların manevî zararlarından halkımızın korunabilmesi için, Türk halkının helâl gıda anlayışının ülkemizde artış göstermesi gerekmektedir. Bazılarının dilindeki, “% 99’u Müslüman olan bir ülkede yaşıyorsak, yediklerimizin helâlliği mevzuunda şüpheci olmaya lüzum yok” sözleri, bu mevzudaki büyük gafletin ifadesi sayılır. Bu gaflet halinin, son on yılda toplumumuzda helâl gıda anlayışındaki gelişmeyi sağlayan eğitici faaliyetler neticesinde tamamen yok olmasa da azalmış olduğu söylenebilir. 

2- Avrupa Birliği’ne girebilmesi için Türkiye’ye kabulü şart koşularak dayatılan “uyum yasaları”nın ve diğer hukukî değişikliklerin, bu birliğe alınmayışımız kesinleşirse, halen misalleri görüldüğü gibi, Müslüman halkımıza mal olmamış bazı kanunların değiştirilememesi sonucunu getirebileceği haklı bir endişe mevzuu olmaktadır. 

Böyle bir ihtimale karşı da, Müslüman vatandaşlarımızın kendileri ve terbiyeleri ile mükellef oldukları kişilerin, doğru İslâmiyeti öğrenip onu doğru yaşayabilmeleri için yapılacak eğitim faaliyetleri büyük ehemmiyet arz etmektedir. 

3- “Doğru İslâmiyeti öğrenip onu doğru yaşayabilmek” için, âkil-baliğ her Müslümanın öncelikle kendisine farz olan ilmihalini iyi öğrenmesi gerekmektedir. Bunun için de, iyi bir veya birkaç ilmihal kitabını kendisine “başucu kitabı” yapmalı ve onun rehberliğinde yaşamalıdır. Çünkü, “İlim öğrenmek, kadın, erkek her Müslüman’a farzdır” hadisine göre ilmihalini öğrenmek “farz-ı ayn”; diğer faydalı meşrû ilimleri öğrenmek ise “farz-ı kifaye”dir (“farz-ı ayn” ve “farz-ı kifaye” kelimelerinin ne demek olduğu da, ilmihal bilgileri içerisindedir).

4- Müslümanların ferdî, ailevî ve içtimaî hayatlarındaki, bazıları medyaya da akseden çeşitli yanlışlarının temelinde, bir hadiste “Bütün kötülüklerin anası” olarak vasıflandırılan “cehalet” vardır ve bu cehaletten de asıl kastedilen, ilmihalini bilmek mevzuundaki cehalettir.

Müslümanların kendilerine farz olan ilmihallerini öğrenmelerinin lüzumundan ve öneminden “Cehalet, bütün kötülüklerin anasıdır” hadisiyle birlikte bahsederken, “cehalet” kelimesinin manâsına açıklık getirilmesine de ihtiyaç olmaktadır. Katıldığım bir toplantıdaki sunucu “Strateji en mühim ilimdir; çünkü insanların (dünyada) hayatta kalabilmesiyle ilgilidir” dediğinde ona itiraz etmiş ve en mühim ilmin “Marifetullah” (Allah’ı tanımak) ilmi olduğunu söylemiştim. Marifetullah, farz-ı ayn olan ilmihalin en başta gelen konusudur (Tabiî ki, Allah’ı tanımak, O’nu zatıyla değil; isim ve sıfatlarının kâinattaki tecellîleriyle, gönderdiği Kur’ân ve Resulullah (asm) vasıtasıyla olması gereken bir tanımaktır). 

Şarkiyatçılar, Müslümanların çoğundan daha fazla, İslâm dini hakkında bilgi sahibidirler; fakat İslâm dinine iman etmiyorlarsa ve İslâm imanıyla yaşamıyorlarsa onların İslâm dini hakkındaki bilgileri Allah’a karşı mesuliyetlerini daha da arttırır. Lüzumlu ve doğru bilgiyle doğru davranışta bulunmak gereken en mühim konulardan biri de, helâl gıda konusudur.

5- Türkiye’nin Müslüman halkı diğer İslâm ülkelerinin çoğuna nisbeten, kendisine farz olan ilmihal bilgilerine bizzat ulaşabilmek hususunda çok daha fazla kolaylık içindedir. İngiltere’de bulunduğum sırada görüştüğüm diğer Müslüman ülkelerinin vatandaşlarından bazıları, kendi ülkelerinde halka dönük (popüler) mahiyette yazılmış ilmihal kitaplarının olmadığından ve daha ziyade fıkıh âlimlerinin anlayarak açıklayabileceği kitaplardaki bilgileri doğrudan o âlimlerden öğrenmeleri icabettiğinden, Türkiye’deki duruma gıpta ederek bahsetmişlerdi. 

6- Devletin laik olup, din ve dünya işlerini sisteminde ayırmış olması, o devletin fertlerinin de öyle yapmasını gerektirmeyeceğinden ve devletin laik olması o devletin fertlerinin doğru İslâmiyeti öğrenip onu doğru yaşamayışlarının mazereti olarak kabul edilmeyeceğinden, Türk halkının içinde bulundukları laik devlet sistemi içinde, her mevzuda olduğu gibi gıda mevzuunda da helâl olanların seçiminde ve kullanılmalarında daha dikkatli, daha titiz ve daha seçici olmalarını gerektirmektedir.

7- Son on yılda Türkiye’de dernek, vakıf, platform gibi adlarla bazı sivil toplum kuruluşları (STK) helâl gıda mevzuunda “bilgilendirme” ve bazıları da bilgilendirme yanında “helâl gıda sertifikası da vermek” faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Hakkın hatırının alî (yüce, yüksek, ulu) olup hiçbir hatıra feda edilemeyeceğine dair Hadis-i Şerîfe uymak suretiyle “Doğruya doğru, yanlışa da yanlış diyerek hakperestlik” yapılacak olursa, bunların doğru yaptıklarının takdir ve tebrik edilmesiyle kalmayarak, inkâr edilemeyecek bazı yanlışlarını da hoşgörü ile karşılamamak ve o yanlışlarını tasdik haline girmemek gerekmektedir.

8- “Helâl” kelimesi, dinî bir terimdir. Hilâfet müessesesi varken veya İslâm dini esasına dayalı devlet sistemlerinde “Helâl Gıda Sertifikası” vermenin usûlü ve bu sertifikayı kimin verebileceği, kontrolü ile ilgili mevzuat konabilir ve o mevzuata uymak toplumun mecburiyeti olur. Laik devletler ise, böyle mevzuat koyamazlar; bu sebeple Türkiye ve diğer laik devletlerde helâl gıda tartışmaları ve helâl gıda sertifikası vermekte “çok başlılık” hali görülür. Böyle ülkelerde helâl gıda mevzuunda tartışmalar olmamasını ve helâl gıda sertifikası vermekte “çok başlılık” halini yadırgayarak bu hallerin olmamasını istemek, muhali (imkânsızı) talep etmektir. 

Laik devlet sistemi içinde “Ülkemizde helâl gıda sertifikası vermekte niye çok başlılık var?” sorusunu sormak, “Ülkemizde niye birden fazla dernek, vakıf ve platform var?” sorusunu sormak gibi abestir; fakat, mevzuun bu inceliğini düşünmeden, son on yılda ve halen de bu soruyu soran çok sayıda kişi olmaktadır. 

9- “Helâl gıda” arayışındaki Müslümanları aldatmaya çalışmayan bütün sivil toplum kuruluşlarının, aynı mevzu ile ilgili faaliyet gösteren diğer sivil toplum kuruluşlarına ihlâsla bakışlarının ve onlardan bahsetmek üslûplarının nasıl olması gerektiğine şu cümleler cevap verebilmektedir: “…haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, ‘Mesleğim haktır’ yahut ‘daha güzeldir’ diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini imâ eden ‘Hak yalnız benim mesleğimdir’ veya ‘Güzel benim meşrebimdir’ diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek,..” (Risale-Nur Külliyâtı, Lem’alar, 21. Lem’a)

Ancak, isminde “helâl gıda” kelimeleri yer alan ve web sitesinde bu mevzuda cevabı kendileri tarafından verilmesi için soruların sorulmasını kabul etmesine rağmen, “helâl gıda” sorularına ekseriya cevap vermeyip başından savarak, o soruların fıkıhçılara sorulmasını tavsiye eden, bazen kendi fıkıhçılarının cevap verdiği sorular olursa onlarda da şer’î zaruret olmadığı hallerde bile gıdalarda alkol katkısı bulunmasına fetva veren bazı sivil toplum kuruluşlarının bu yanlışları ise, “helâl gıda anlayışında gelişme” değil; o anlayışa zıt hallerin misalleridir ve polemiğe sebep olmamak için site ismini vermeden o yanlışlara genel ifadelerle dikkatlerin çekilmesi ihmal edilmemelidir. 

10- “Türkiye veya diğer laik devlet sistemiyle idare edilen devletlerde yaşayan Müslümanların helâl gıda ile ilgili sorularına doğru cevaplar alamayarak, helâl gıda mevzuunda yolları tıkanmış görmek haline girmemeleri için yapmaları gereken nedir?” denilerek çözüm arayışına teşebbüs edilirse; buna cevap olarak da, Müslümanların hedefledikleri bir menzile ulaşmak için güvenebilecekleri yol haritası, rehber, kılavuz aradıklarını, kendilerine iyi bir kılavuz seçip onunla yol alarak hedeflerine ulaşmaya çalıştıklarını; kendileri için en mühim hedef olan Allah’ın rızasına ulaşabilmek için de benzerini yapmak suretiyle kendilerine yol haritası olarak Kur’ân, hadis ve onlardan süzülmüş manâları ihtiva eden eserlerden faydalanıp, Allah’ın Resulünün (asm) ve onun ilmî varisleri olan âlimlerin rehberliği ve kılavuzluğu ile onların gösterdiği yoldan gittiklerini; buna benzer tarzda helâl gıda hedeflerine ulaşmak için de güvenebilecekleri yol haritası olabilecek helâl gıda mevzuu ile ilgili ilmihal bilgilerini sağlam kaynaklarından araştırarak ve ehline sorarak elde edebileceklerini, güvenebilecekleri rehber ve kılavuzları da seçip onların bu mevzuyla ilgili tavsiyelerine uyabileceklerini söyleyebiliriz. 

11- Bahsettiğimiz meseleler dönüp dolaşıp tekrar, kadın-erkek bütün Müslümanlara farz olan ilmihalini iyi bilmeye ve hayatında iyi uygulamaya bağlanmaktadır; buna rağmen ilmihalini iyi bilmenin öneminin çok farkında olan Müslümanların sayısı azdır. Halbuki, insanın dünya hayatından sonraki ebedî hayatının şartlarının ne olacağı ile ilgili olarak, bu dünya imtihanındaki bütün davranış biçimi seçimlerinin doğru ilmihal bilgilerine dayandırılması gerekmektedir.

Bediüzzaman Said Nursî, İkinci Meşrûtiyet’ten sonra Şark’taki aşiretler arasında yaptığı sohbetler esnasında sorulan suallere verdiği cevaplardan birinde de: “Hiçbir müfsid, ‘Ben müfsidim’ demez, daima sûret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ‘Ayranım ekşidir.’ Fakat siz mihenge vurmadan almayınız.” sözleriyle ve bu sözlerinin devamında söyledikleriyle dikkati çektiği gibi, Müslümanların herhangi bir sözü kabul etmeleri için mihengleri (miheng, altının saflık derecesini anlamakta kullanılan bir taşın adıdır), onların doğru ve yeterli ilmihal bilgileri olabilir. 

12- Gıda maddeleri piyasasındaki bir ürünün mahiyeti bilinmeden onun hakkında fıkhî hüküm verilmemesi gerekirken, maalesef son on yılda Türkiye’de bu mantıkla bağdaşmayacak bazı hallere de rastlanmıştır. Son on yıldaki helâl gıda anlayışından (veya anlayışsızlığından) bahsederken, meslek taassubu veya meslekî enaniyet ile girilmiş olabilecek bu yanlış hallere dikkat çekilmesine de ihtiyaç bulunmaktadır. Bunun müşahhas misallerinden biri; suyun ilmî tarifi iyi bilinmeden, su ile fâsid (yanlış) bir kıyas yapılarak, su için temizlik hükümlerinin, gazozlar gibi içinde az miktarda bile olsa kasdî şekilde ilâve edilmiş alkol bulunan meşrûbat için de geçerli olduğuna dair fetva verilmesinde bariz bir şekilde görülmüştür. Halbuki, suyun ilmî tarifinde onun renksiz, kokusuz, tatsız bir sıvı olduğunun söylenmesine rağmen, tamamında tad ve koku olan, bazılarında bunlara ilâve olarak renk de bulunan gazozların temizlik hükmünün sularla aynı olduğu fâsid kıyaslamasının yanlışlığını beyan etmek için çok âlim olmak gerekmemekteydi. 

13- “O ki, hanginiz amelde daha güzeldir diye sizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yarattı. Ve O, Azîz ve Gafûr’dur” (Mülk, 67/2)

İnsan, bu dünyaya aklıyla ve iradesiyle çok mühim bir imtihan için Allah tarafından gönderilmektedir. Kur’ân’da, Mülk Sûresi’nin yukarıda naklettiğimiz ikinci âyetinde de, insanın dünyadaki bu çok mühim imtihanına dikkat çekilmektedir. Helâl gıda anlayışını geliştirmek ve o anlayışla helâl gıda arayışında, seçiminde ve kullanılmasında bulunmak da insanların bu dünya imtihanlarının konularından biridir ve bunda da başarılı olmaya çalışmalıdır. 

Buna rağmen, içinde bulunduğumuz asırda yaşayan bazı Müslümanlarda bile görülen bir manevî hastalık, İslâm şeriatına göre yaşaması gerekmesine rağmen, kendi vazgeçmek istemediği dünya menfaatleri ve yaşayış tarzına meşrû kılıflar uydurmaya çalışmasında bariz olarak görülmektedir. Çeşitli mevzularda ârâzını (belirtilerini) gösteren bu manevî hastalığın bazı belirtileri de o insanların gıda seçimlerinde görülmektedir. O hastalığın müptelâları, İslâm şeriatının hudutları içinde yaşamamak, dünya menfaatlerinin, nefislerinin ve hedonizm meyillerinin esaretiyle ve manevî mesuliyet duygusu noksanlıklarıyla edindikleri alışkanlıklarını devam ettirmek istemektedirler. Onların bu mevzuyla ilgili yanlış hallerinden biri de, insanların kasdî olarak yaptıklarıyla kasdî olarak yapmadıklarını hiç ayırt etmemek olmaktadır. 

Gazozların, bileşimlerindeki esansları suda çözünebilir hale getirmek için “ara çözücü” olarak kullanılan alkolün kasdî olarak dışarıdan ilâve edilerek imal edilmişse onun vücuda alınmasında bir damlası ile bir şişesi arasında haramlık yönünden fark yoktur. Buna rağmen “gazoz içerek sarhoş olana rastlanmadığı”, “meyvelerde de alkol olduğu” gibi geçersiz sözlerle bu mevzuun hafife alınmasına çok rastlanmış olması da helâl gıda anlayışında “gelişmeme” hallerinin son on yıldaki misallerinden birini teşkil etmiştir. Bakkallar ve marketlerin en çok sattıklarının gazozlar ve sigaralar olması sebebiyle, onların derneklerinin maddî kazanca öncelik veren tutumları da aynı hale verilebilecek misallerdendir. 

14- Meşveret (bir mevzuda çeşitli ve ehil şahıslardan fikir almak, danışmak) bir Kur’ân hükmüdür. Kur’ân’da Şûrâ (danışma) adlı bir sûre ve meşvereti emreden iki âyet vardır: 

“Onlar, Rablerinin dâvetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. İşleri kendi aralarında istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.” (Şûrâ, 42/38)

“Sırf Allah’tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Eğer katı yürekli ve kaba biri olsaydın elbette etrafından dağılıp gitmişlerdi. O halde kusurlarını affet, günahlarına bağışlanma dileyiver ve işinde görüşlerini al, sonra da azmettin mi artık Allah’a tevekkül et! Çünkü Allah tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmrân, 3/159)

Şer’î meşveretin lüzumu ve faydası hakkında çeşitli hadisler de vardır. Şer’î meşveretin adâbı, bu meşveretin yapılabileceği kişilerde bulunması gereken vasıflar (meşveret edilecek kişilerin emin/güvenilir olması vd) ve şer’î meşveret mevzuunda mühim ölçüler hakkındaki bilgilere, yapılacak kısa bir araştırma ile kolaylıkla ulaşılabilir. 

Bunun, helâl gıda ile ilgili toplantılarda da ihmal edilmemesi için, bu usûle de önemle dikkat çekilmesi gerekmektedir.

Okunma Sayısı: 3306
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı