Bediüzzaman Hazretlerinin I. Dünya savaşında müslümanların başına gelen musibetleri; İslam’ın namaz, oruç, zekat ve hac gibi şartlarındaki gösterilen gevşeklik ve yerine getirilmemesinden kaynaklandığını izah ettiği rüya çok ilginçtir.
RÜYADA BİR HİTABE
“Bir cuma gecesinde nevm ile âlem-i misale girdim. Biri geldi dedi:
— Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem, seni istiyor.
Gittim gördüm ki münevver, emsalini dünyada görmediğim, selef-i salihînden ve a’sarın mebuslarından her asrın mebusları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicab ettim, kapıda durdum. Onlardan bir zat dedi ki:
— Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de reyin var, fikrini beyan et!
Ayakta durup dedim:
— Sorun cevap vereyim.
Biri dedi:
— Bu mağlubiyetin neticesi ne olacak, galibiyette ne olurdu?
Dedim:
— Musibet şerr-i mahz olmadığı için bazen saadette felâket olduğu gibi felâketten dahi saadet çıkar.”
Bundan sonra uzun bir soru cevap faslı başlar. Bazı sorular şöyle:
“Musibet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir. Hangi fiilinizle kadere fetva verdirdiniz ki, şu musibetle hükmetti? Musibet-i âmme ekseriyetin hatâsına terettüp eder. Hazırda mükâfatınız nedir?”
“BEŞ SENE NAMAZ, BEŞ SENE ORUÇ !”
“Dedim: “Mukaddemesi üç mühim erkân-ı İslâmiyedeki ihmalimizdir: salât, savm, zekât. Zira yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Hâlık Teâlâ bizden istedi. Tembellik ettik. Beş sene yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrik ile bir nevi namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık. Keffareten beş sene oruç tutturdu. On’dan, kırktan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekât istedi. Buhl ettik, zulmettik. O da bizden müterakim zekâtı aldı ”
Üstad daha sonra acil mükafat olarak şehit ve gaziliği nazara veriyor. Haccın ihmalinin ise ihtar değil; gazap ve kahrı celp ettiğini izah ediyor.
ZULÜM VE KÖTÜLÜKLERE SESSİZ KALMAK
İyiliği emretmek, kötülükten menetmek de musibetlere mani olur. Belâ ve musibetlerin gelmesine en büyük sebeplerden birisi de; milleti sefahat ve ahlâksızlığa sürükleyen ve her türlü menfi ideolojileri yaymak için çalışanlara karşı, tebliğ vazifesinin yapılmaması ve sessiz kalınmasıdır. Adalet mülkün temeliyse; adalette ihmal musibetlerin gelmesine davetiyedir. Zira yerler ve gökler adaletle ayakta durur. Rabbimiz adaleti emreder, bozgunculuğu zulmü, ahlaksızlığı yasaklar. Az da olsa bir topluluğun hak ve hakikati söylemesini teşvik eder:
“İçinizden öyle bir topluluk bulunmalı ki, hayra çağırsın, iyiliği teşvik etsin, kötülükten sakındırsın. İşte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir.” (Âli İmrân-104)
ZULME RIZA ZULÜMDÜR, MUSİBETİ CELBEDER!
“Sual: Bazı eşhasın hatasından gelen bu musibet bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?
Elcevab: Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle; ekser nâsın o zalim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla manen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir.”
MUSİBET NİÇİN EN ÇOK MÜSLÜMANLARA GELİYOR ?
“Bu hâdise (deprem), hem şiddetli kışta, hem karanlıklı gecede, hem dehşetli soğukta, hem Ramazanın hürmetini tutmayan bu memlekete mahsus olması; hem tahribatından intibaha gelmediklerinden, hafifçe gafilleri uyandırmak için, o zelzelenin devam etmesi gibi çok emarelerin delaletiyle bu hâdise ehl-i imanı hedef edip, onlara bakıp namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor.”
“Bu asrın acip bir hassasıdır. Bu asırdaki ehl-i İslâmın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli cânileri de âlicenâbâne affetmesi;.. musibet-i âmmenin devamına ve idamesine, belki teşdidine kader-i İlâhiyeye fetva verirler; Biz buna müstehakız derler.”
RAHMET-İ İLÂHİNİN İZİNİ, ÖZÜNÜ, YÜZÜNÜ GÖRMEK!
Cihanı sarsan, insanı dehşete ve korkulara düşüren bu bela ve musibetlere karşı nasıl mukabele edeceğiz? Akıl ve ruh sağlığımızı nasıl koruyacağız ?
Zalimlere asla meyletmeyin; sonra ateş size de dokunur’ (Hud-113) ilahi tehdidine karşı zulüm ve zalime taraf olmaktan kendimizi, imanımızı, geleceğimizi nasıl koruyacağız ? Bu ve benzer soruların cevabı Külliyatın çeşitli yerlerinde verilmiş. Cevap niteliğindeki mektuplardan birisi ile yazıya son verelim:
“Ben tahmin ediyorum ki, bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında selâmet-i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden ve kurtaran bu memlekette Risaletü’n-Nur dairesine sadakatle girenlerdir.
Çünkü onlar, Risaletü’n-Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, her şeyde rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp herşeyde kemâl-i hikmetini, cemâl-i adaletini müşahede ettiklerinden, kemâl-i teslimiyet ve rızayla, rububiyet-i İlâhiyenin icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlâhiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azap çeksinler.
İşte bu hakikate binaen, değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini isteyenler, hadsiz tecrübelerle, Risaletü’n-Nur’un imanî ve Kur’ânî derslerinde bulabilir ve buluyorlar.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi)
Allah’ım!
Bize iman-ı tahkikinin nuruyla her hadisede rahmetinin izini, özünü, yüzünü görmeyi nasip et ! Arzî ve semavî musibetlerden, zulmetmekten, zulme uğramaktan ve zalimlere meyletmekten sana sığınırız !